Müslüm Tunaboylu, 1932 yılında Bulgaristan’ın Şumnu İl’ine bağlı Yenipazar İlçesi’nin Söğütlü Köyü’nde dünyaya geldi. Babası çiftçilikle uğraşıyordu. İlkokula gitme yaşına geldiğinde bir öğretim yılı Bulgaristan’ın eğitim sistemine göre ablası ile birlikte okula giderek okudu. İlkokula gittiği yılın sonunda Anavatana ailesi ile birlikte göç eden Tunaboylu, Çorum’un Mecitözü İlçesi’ne bağlı Çıkrık Köyü’nde ilkokula başladı. Bulgaristan’daki bir yılı anavatanda sayılmadığı için ilkokula birinci sınıftan başladı. Beş yılda ilkokulu bitirdikten sonra o dönemin öğretmen okullarının işlevini yerine getiren yeni bir yönetim ve işlevli Köy Enstitüleri’nde öğrenim görmek üzere l943 yılında ilkokuldan mezun olduktan sonra Kastamonu Gölköy Enstitüsü’nde öğrenime başladı. Talih Tunaboylu’ya gülmüş, biryılda iki sınıf birden geçmişti. Yani l943 yılında hem ilkokulu bitirdi, hem de enstitünün birinci sınıfından ikinci sınıfına geçti. İlkokula devam ederken ağabeyi Halil askerlik görevini tamamlamak için askere alınmıştı. Tunaboylu, yaklaşık beş yıl ağabeyi Halil’i askerlik nedeni ile göremedi. Okulu bitirip köyüne döndüğünde ağabeyi onu görünce tanıyamamıştı. Karşısında delikanlı Tunaboylu’yu gören ağabey çok duygulanmıştı. Tunaboylu’nun biri askerliğini, diğeri ise okulu bitirerek öğretmen olmuştu. Anne-baba kızları Emine’yi Kışlacık Köyü’nde evlendirince zorunlu olarak aile Çıkrık’dan Kışlacık’a göç etmişti. Açık olan kadroyu doldurmak üzere Tunaboylu Kışlacık Köyü’ne atandı. Karşısında üç sınıf, yüze yakın öğrenci gören Tunaboylu bu köyde l950 Mayıs ayına dek görev yaptıktan sonra Mecitözü’nün Bayındır Köyü’ne atandı. Nazife adında bir kızla Kışlacık’ta evlenen Tunaboylu’nun ilk çocuğu burada dünyaya geldi. Esat Mahmut, l954 yılı Ocak ayının 18’inde dünyaya geldiğinde yöreye l5 cm kalınlığında kar yağmıştı. Tunaboylu okulun lojmanında küçük Tunaboylu’yu üşütmemek için bazı geceler sobasını devamlı yakmak zorunda kaldı. O yıllarda yakacak olarak yalnız odun kullanılıyordu. Esat Mahmut daha emeklerken Tunaboylu yedek subay olarak askerlik görevine İzmir-Gaziemir’ de başladı. 1955 Kasım’ında asteğmen olarak yedek subay okulunu bitiren Tunaboylu, İstanbul Yassıören’deki 33.tümenin oto bölüğünde beş arkadaşı ile kıta hizmetine başladı. Askerlik görevini yaparken ailesini baba ocağında bırakan Tunaboylu, 18 aylık askerlik görevini tamamladıktan sonra Mecitözü’nün Devletoğlan Köyü’nde öğretmenliğe tekrar başladı. Tunaboylu’nun o askerde iken doğan kızı Aysel ile birlikte bir kış günü Devletoğlan Köyü’nün yolunu tutmuşlardı. İlçenin hemen en yüksek yerleşim birimlerinden biri olan Devletoğlan’da beş ay kalan Tunaboylu yine isteği üzerine Mecitözü’nün Kışlacık Köyü’nde ikinci kez öğretmenliğe başladı. 1960 yılında hastalanan Tunaboylu üç ay Çorum Göğüs Hastalıkları Hastanesinde tedavi gördü. Aldığı bir raporla Çorum Merkez Hürriyet İlkokulu’nda öğretmen olarak göreve başlayan Tunaboylu burada 9 ay süre ile müdür vekilliği ile birlikte öğretmenliğini sürdürdü. Okul yeni yapılmış, öğrenime yeni başlamıştı. Yokluklar içinde kıvranan bir bölgede öğrenime açılan okulun eksiklerini tamamlamak için yöreden yardım isteyen Tunaboylu’ya veliler olduğunca yardım etmişler, onu yalnız bırakmamışlardı. Meslek hayatının en zor ve unutulmaz yıllarını burada sürdüren Tunaboylu, okulu ve öğrencileri yanında öğretmen kuruluşlarında aldığı dernek ve sendika yöneticiliği gibi görevleri de yürüttü. Zaman zaman yöneticilerle ters düştüğü oldu, arkadaşları ile birlikte öğretmen boykotlarına katıldı. Tunaboylu’nun o dönemlerle ilgili faaliyetlerini yerel basının il kütüphanesindeki nüshalarından öğrenmek mümkün. Sosyal faaliyetler, eğitim ve öğretim çalışmaları derken Tunaboylu, Hürriyet İlkokulu’ndan Merkez İstiklal İlkokulu’na atandı. Üçüncü çocuğu Yüksel de Merkez Zafer İlkokulu’nda okula başlamıştı. Bir erkek iki kız çocuğunun öğrenimlerini yapmaları için çaba harcayan Tunaboylu, sosyal faaliyetleri öne çıkardığı için çocukları ile pek ilgilenemezdi, ancak onları fırsat buldukça günün koşullarına karşın yalnız bırakmamaya çalıştı. Çorum Merkez’de ilk öğretmenliği Hürriyet İlkokulu oldu. Okul yeni açıldığı için her bakımdan eksikleri çoktu. Okula tören için kullanılmak üzere büyük boy bir bayrağı almak bile sorun olmuştu. Çorum ‘da bugün bilinen Hürriyet İlköğretim Okulu’nun etrafındaki kavak ağaçları l961-l962 öğretim yıllarında dikilmişti. O dönemin öğretmenlerinden Rüştü İlhan, Osman Yılmaz, Ali Öztürk, Hüseyin Şener ile Müslüm Tunaboylu’dur. Tunaboylu, öğretmenliğin yanında burada yöneticilik de yaptı. Okulun bu ilk kadrosu yapılan atamalarla sık sık değişti. Tunaboylu döneminde dikilen kavak fidanları iki binli yılların başında okulun etrafını hala yeşilliklerle süslemektedir. SENDİKACILIK YILLARI Tunaboylu, öğretmen kuruluşları olan dernek ve sendikalarda da görev almaktan geri kalmadı. 1960’lı yılların ikinci yarısında Türkiye Öğretmenler Sendikası’nın Kayseri’de bir genel kurul toplantısı yapıldı. Anımsanan kadarı ile toplantı temmuz ayının ilk yarısında yapılmış, yurdun her yanında bulunan sendikalardan temsilci öğretmenler bu toplantıya katılmıştı. Kayseri Alemdar Sineması’nda toplantının yapılacağı günün erken saatlerinde bir grup gelip sinema önüne tehdit dolu sözleri yazıp olanları geriden izlemeye başlamışlardı. Sinema sahibi olanların duyulmaması için yazılan yazıları sildirmiş, yıkatmıştı. Ancak toplantıya katılan tüm öğretmenler olanlardan kısa sürede haberdar olmuşlardı. Kısa adı TÖS olan Türkiye Öğretmenler Sendikası vatandaşa tersten okunarak Sosyalist Öğretmenler Teşkilatı olarak lanse edilerek, yasa ve anayasaya ters düşen bir eylem olarak gösterilerek kamplaşmaya neden olunuyordu. Kayseri’deki o genel kurul toplantısı unutulacak türden bir toplantı değildi. Genel kurul daha önce belirlenen saatte başlamıştı. Genel Başkan Fakir Baykurt açış konuşmasını sunuyordu. Tam o saatlerde kentin muhtelif semtlerinde bazı gruplar toplanmış, Alemdar Sineması’na doğru yürüyüşe geçmişti. Sendika toplantısını basarak dağıtmayı hedeflemişlerdi. Toplantı öncesi bazı öğretmen arkadaşlar şehrin belirli noktalarına gözcü olarak konmuş olup bitenler, genel kurula onların sayesinde kısa sürede telefonla ulaştırılıyordu. Fakir Baykurt, ‘Arkadaşlar bir karşıt grubun toplantıyı basmak üzere Alemdar Sineması’na doğru yürüyüşe geçtiğini haber aldım’ demesi üzerine çok yönlü görüşlerin öğrenilmesi için bir durum değerlendirmesi yapılması görüşmeleri başlatılmıştı ki dışarıdan rahatsız edici sesler gelmeye başladı. Sinemanın camları önce atılan taşlarla parçalanmış, sıra kalın kapıların kırılarak öğretmenlerin bulunduğu büyük salona girilmesine gelmişti. Genel Başkan Fakir Baykurt toplantıyı keserek kalın kapıya doğru yönelmişti. O sıralarda Tunaboylu da diğer arkadaşları gibi olanları oturduğu koltukta heyecanla izliyordu. Bir grup öğretmen Fakir’in dışarı çıkmasını önlemek için ceketinden durdurmak için asılmışlar ve yırtmışlardı. Ona karşın kapıya doğru yönelen Fakir’in durdurulması için çaba harcanırken büyük kapı birden açıldı ve içeriye taş sopa ve benzeri sert maddelerin atılması başlamıştı. KAYSERİ'DE TÖS GENEL KURULUNUN BASILMASI OLAYI Bir grup hemen dışarı çıkıp cevap vermek istemişti ki, Tunaboylu oturduğu yerden ayağa kalkarak bağırdı ‘arkadaşlar ellerindeki malzemeleri atsınlar ondan sonra dışarı çıkalım’ dedi. Tunaboylu’nun bu önerisi kısa sürede uygulamaya konuldu. Alemdar Sineması’nda olup bitenler kısa sürede ildeki yönetim kadrolarına ulaşmış, ancak onların aldık dedikleri önlemler yetersiz kalınca bu kez kışladan yardım istenmiş. Kısa sürede yöreye sevk edilen araçlı birlikler karşıt grupları sinemadan uzaklaştırmayı başarmışlar, yolları askeri araçlarla kapatmışlardı. Bir süre içerde kalan öğretmenler sinemaya yakın bir yerdeki askeri gazino bahçesine nakledildiler. Askeri araçların öte tarafındaki karşıt gruplar akla gelen her sözcüğü söylemekten geri kalmıyorlardı. Öğretmenlerin gazino bahçesine naklini sağlayan askeri yetkili ‘ben sizi gün batıncaya kadar burada koruyabilirim’ demişti. Ağaçların altında guruplar halinde toplanan öğretmenler radyodan öğle haberlerini dinleyebilmek için bulabildikleri olanakları kullanıyorlardı. Haberlerde olanlar kısada olsa ülke çapında duyulmuştu. Akşam yaklaşıyordu, yetkililer askeri araçları öğretmenlerin bulunduğu yere göndererek gruplar halinde kentten uzaklaştırılmalarını sağlamaya çalıştılar. TÖS’lü öğretmenler askeri araçların üzerinde kentten uzaklaştırılırken binaların balkonundan çok değişik protestolarla karşılaşırlar, bazı balkonlardan öğretmeler yuhalanırken, bazı balkonlardan sevgi saygı gösterileri yapılıyordu. Öğretmeler çok kısa sürede Kayseri kent merkezinden Ankara asfaltına çıkarılmışlar, polis eskordu eşliğinde Ankara’ya doğru yolculuğa başlamışlardı. Hava kararmak üzereydi. Güneş sıcaklığını gündüz ki gibi doğanın her bölümüne taşıyamıyordu. Öğretmenlerin çoğunluğunun sırtında ne bir ceket ne de bir kazak bulunuyordu. Araçların hızıyla birlikte kendini hissettiren rüzgâr ve serin hava öğretmenleri artık üşütmeye başlamıştı. Saat yirmi dört sıralarında öğretmenler Ankara’ya sanki buğday taneleri gibi serpilmişlerdi. Herkes kalacak bir yer aramaya başladı. Ankara’da bir sessizlik vardı, ancak sabahın hareketli olacağı belliydi. TÖS Genel Başkanı Fakir Baykurt, genel kurul toplantısının Ankara’da devam edeceğini, geçen o hareketli saatlerde delegelere iletmişti. Araçlardan indirilen öğretmenler Ankara sokaklarına kısa sürede dağılmışlar, bir bölümü sığınacak bir eş dost yanında, bir bölümü de otobüs terminalinde ve Ankara Garı’nda sabahlamıştı. Simitçiler otobüs terminalinde ve garda öğretmenlere yaklaşarak sıcak simit sözcükleriyle onları sanki destekliyorlardı. Ankara’daki Siyasal Bilgiler Fakültesi kampüsünde öğleden sonra TÖS Genel Kurulu tekrar toplandı. Yapılan duygusal ve siyasal konuşmalardan sonra seçimlere geçildi ve Fakir Baykurt yine genel başkanlığa getirilmişti. Genel kurulda bazı siyasilerin yanında eski askerlerde kendilerini göstermişler, yaptıkları konuşmalarla onları desteklemişlerdi. Kayseri macerası uzun süre yerel ve ulusal basında gündemde kaldı. Tunaboylu ile arkadaşı öğretmen Rüştü Bey de anılarını birlikte Çorumlulara aktarmışlardı. Kayseri’de meydana gelen olaylar sonrası TÖS’lü öğretmenler saldırıya uğrayan arkadaşlarının yanına ulaşmak için harekete geçmişler ancak emniyet güçleri girişimi haber alarak kısa sürede gerekli önlemleri almıştı. Temmuz ayının ilk haftasında Kayseri’de Alemdar Sineması’nda meydana gelen saldırı olayı da böylece tarihin sayfalarına girmişti. Tunaboylu Kayseri’ye gidip gelen arkadaşlarına Alemdar Sineması yerinde duruyor mu şeklinde sorular yöneltti uzun süre. 12 MART DÖNEMİ GÜNLERİ.. 12 Mart’taki hareket sonrasında gözaltına alınan TÖS yöneticileri Baykurt, Akol, Akçam’ı Mamak Askeri Cezaevi’nde ziyarete giden bir grup öğretmen içeri akraba olmadıkları için alınmamış, Tunaboylu’nun onlarla görüşmesini istemişlerdi. Aklımda kaldığı kadarı ile bu öğretmenler Mustafa Körücekli, Arif Ünlü, Mithat Düvencili’den ibaretti. Tunaboylu; Fakir Baykurt, Osman Korkut Akol ve Dursun Akçam’a ulaşabilmek için birkaç demir engelini aşarak ulaşabilmişti. Küçücük bir odada herkes bir şeyler soruyor, Tunaboylu elinden geldiğince yanıtlıyordu. TÖS’ün üç yöneticisi de bazı anılarını anlatıvermişti, o kısa birkaç dakika içersinde. Fakir konuşmaktan çok dinlemeyi istediğini Akol’a kulağına elini götürerek anlatmak isteyince Akol, ‘buradan daha kötü bir yer var mı?’ diye Fakir’in hareketini yanıtlamıştı. Osman Akol, tutuklandıktan sonra kendilerine gönderilen Tunaboylu’nun telgrafını nasıl aldığını uzun uzun anlatarak rahatlamaya çalışıyordu sanki. Zaman dolmuş, ayrılık vakti gelmişti, dört TÖS’lü kucaklaştılar, koklaştılar ve yeni ufuklara doğru diyerek vedalaştılar. Tunaboylu, Mamak olayını Ankara dönüşünde arkadaşlarına fırsat buldukça anlatarak bulundukları ortamı etrafa sezinletmeye çalışmıştı. Tunaboylu, öğretmen kuruluşlarında uzun süre yöneticilik yapmış, bu nedenlerle gelmesi gereken yerlere getirilmemiş, ancak bunun kendisine herhangi bir üzüntü vermediğini, yaptığı bazı konuşmalarla vurgulamıştı. Saygın bir öğretmen olduğu kadar saygın bir sosyal yaşantıya sahip olmaya çalıştı. Tunaboylu’nun yakın okul arkadaşları onun okul defterine devamlı yalnız sözcüğünü yazmış olmasını bir türlü öğrenemediler, onun bazı toplumdan uzak kalmasının nedenlerini araştıranlar olduysa da Tunaboylu bu yaşamın bir parçasını arkadaşlarına anlatıp onları da üzmek istememişti. Tunaboylu’nun öğretmen kuruluşlarında yönetim görevi aldığını, sosyal yanının unutulmazlığından her zaman söz edilebilir. TÖB-DER BİNASI, ASIL SAHİPLERİNE DEVREDİLMELİ.. Bugün flamingo olarak bilinen lokanta bir zamanlar öğretmen kuruluşlarından olan TÖS’e, daha sonra da TÖB-DER’e lokal olarak hizmet veren bina, öğretmen kuruluşu olan TÖS zamanında Çorumlu sendikalı öğretmelerin maaşlarından, çocuklarının nafakalarından keserek verdikleri paralarla yapıldı, ancak 12 Eylül 1980’den sonra çıkarılan bir yasa hükmündeki kararname ile kamuya devredildi. Böylece devletin malı olan bina daha sonra çeşitli kuruluşlarca kullanıldı. Siyasi partilerin malları geri verilirken öğretmenlerin emekleri ile yükselttikleri binaların akıbetinde bir değişiklik görülmedi. Bu olay sendikalı ya da sendikasız tüm öğretmenleri üzdüğü kadar yakınlarını da üzmektedir. Her zaman Türkiye Cumhuriyeti’nin bir hukuk devleti olduğu söylenir. Devlet kendisini korumak ve kollamakla yükümlü bulunduğu vatandaşlarının malını gasp etmez, devlet zulmeden bir güç değil, müşfik bir güçtür. Öğretmen kuruluşlarının binaları en kısa zamanda öğretmenlere devredilmelidir. Öğretmenler bu ülkenin geleceğine nokta koyan insanlardır, onların gururu ile oynamamak gerekir. İncitilen öğretmenler en kısa zamanda binalara kavuşturularak onore edilmelidirler. TÖS BİNASI İÇİN KREDİ ALINMASI OLAYI Öğretmenlerin emekleri ile yükseltilen binanın 1960’lı yılların ikinci yarısında bir arsa durumunda bulunduğu günlerde arsa üzerine bir bina yapılması kararlaştırılır. Ancak krediye ihtiyaçları vardır, Bir bankanın genel müdürüne öğretmenlerin hocası Mümtaz Gürkan ile bir politikacı giderek kredi talebinde bulunurlar, ancak kendilerine olumsuz yanıt verilir. Öğretmenler üzülmüştür, kırılmıştır bu tutum karşısında. O zaman sendikanın yönetim kurulunda sekreter görevini üstlenen Tunaboylu, bir kez de ben gideceğim Ankara’ya der. Tunaboylu dönemin genel müdür yardımcısı ile tanışır ve sıkıntılarını anlatır, verilen cevap yine hayır olmuştur. Tunaboylu böyle bir durumla karşılaşınca genel müdür yardımcısına ‘kredi verirseniz iyi olur ‘ der. Genel Müdür Yardımcısı tehdit mi ediyorsun der, Tunaboylu böyle bir niyetlerinin olmadığını, ancak istendiğinde banka ile ilişkilerinin kesileceğini, bankanın da bilmesini ister. Genel Müdür Yardımcısı, ‘ne yapabilirsiniz’ der. Tunaboylu bir sayfalık bir yazı ile durumu yurt ölçüsünde faaliyet gösteren öğretmen kuruluşlarına iletebileceğini, böyle bir güce sahip olduklarını söyler ve Genel Müdür Yardımcısının yanından ayrılır. Aradan çok geçmez, genel müdürlükten bir yazı alınır ve kredi alınması için görevlilerin Ankara’ya gelmesi istenir. Tunaboylu, Sendikanın Şube Başkanı Rüştü beyle Ankara’ya giderek kredi anlaşmasını imzalar. Çok geçmeden kredi alınmış, binanın duvarları yükselmiştir. Tunaboylu gecenin geç saatlerinde inşaata gelir sulama işlemini gerçekleştirirdi. O‘nun bu tür çalışmasından hemen tüm öğretmenler memnundurlar, kendisinden gelen önerileri hiç geri çevirmezler. Tunaboylu, binanın yapımından önce bir grup öğretmenle görüşerek binanın sekiz ile on dolayında öğretmenin ortak malı olarak yapılmasını ve tapuya tescilini ister, ancak onun bu önerisi pek dikkate alınmaz. Ancak yapılan işlemin yıllar sonra yanlışlığı bir kez daha öğrenilmiş ve yaşanmış olur. Tunaboylu Merkez istiklal İlkokulu’na atanır. O zaman İstiklal İlkokulu Müdürü Osman Tuncel’dir. Tuncel, sevimli bir öğretmen olduğu kadar sevimli bir idarecidir de . Tunaboylu gelinceye dek hafta başında ve sonunda yapılan bayrak törenlerini hep Tuncel yönetirmiş. Tunaboylu’nun ilk tören yönetmesinden sonra Tuncel, bir daha tören yönetmemiş, Tunaboylu’ya becerisinden dolayı teşekkür etmişti.
TUNABOYLU AİLESİNİN ARSA SEVİNCİ.. Tunaboylu bu okula atanmazdan önce de Tuncel ile tanışmış ondan yardım görmüştü. Tunaboylu, diğer arkadaşları gibi kirada duruyor, aybaşında maaşından bir bölümünü ev sahibine ödemek zorunda kalıyordu. Öğretmenler konut sorununu hemen her fırsat bulduğunda dile getirirler, çözüm bulmaya çalışırlardı. İşte böyle bir gün de öğrenci velilerinden birisi okula gelir, Tunaboylu’ya arsa almak isterse kendi kurdukları kooperatifte yer bulunduğunu söyler. Tunaboylu konuyu eşi Nazife’ye de açar. Eşi kendisinde bulunan üç adet altın bozdurması için Tunaboylu’ya uzatır, Tunaboylu’nun bu ince davranışından dolayı eşine müteşekkir olduğunu söylerdi. Konut edinmek için çekilen ilk sıkıntılar atlatılmıştı. Arsa ve yapı kooperatifinden edinilen 375 metre karelik arsanın alım işlemleri tamamlanmış, bundan sonra konutun yapımına başlanması kalmıştı. Elde avuçta ne varsa ortaya konulması gerekiyordu. Ailece konu tartışıldı yapımın 1970 Şubat ayında başlatılması kararlaştırıldı. Şubat 1970’de inşaata başlama kararı verilmişti.375 metre karelik arsa üzerine iki katlı plan çizdirilmişti. Tunaboylu ailesinin de bir konutu olacak, artık konut sıkıntısı çekilmeyecekti. Tunaboylu’nun Halil adında bir ağabeyi vardı. O Tunaboylu’dan çok sonra köyden kente gelmiş ayrı bir yerde oturuyordu. Tunaboylu’ya arsa alımında ağabeyi gerekli yardımı yapamamış, yada yapmak istememişti. Ancak artık arsa alınmış plan proje çizilmişti. Sıra iki katlı yapıtın yapımına gelmişti. Büyük Tunaboylu ile Tunaboylu’nun annesi Zehra oğlu Halil’in de bir evinin olmasını arzuluyor, evin bir katının ona verilmesini istiyordu. Türkiye Emlak Kredi Bankası’ndan l970 yılında 20 bin lira Halil için 20 bin lirada Tunaboylu için kredi çekilmiş kat irtifakı kurulmuştu. Tunaboylu arsanın bir bölümünü ağabeyi Halil’e o günün koşullarına göre yasa gereği l liraya vermişti. Ancak ağabeyi Halil yasal işlem yapılırken Çorum Tapu Müdürlüğü’nde yalnız imza atmıştı. Arsa üzerine yapıma başlanmak üzere hazırlıklar tamamlanmış, bir gün evin proje gereği temeli açılmıştı. Demir lazımdı. Ne yazık ki Çorum’da bulunmuyordu. İlgili kamu kuruluşu tarafından demir tahsisi yapıldı. Almak için Samsun’un yolu tutuldu. Uzun bir uğraşı sonunda demir evin yapılacağı arsaya yıkıldı. Tunaboylu çok yorgundu ancak yorgunluğu hiç hatırlamıyordu; demir gelmiş, ustalara iş verilecekti. Hemen temelin kazım işine geçildi. Ailece çok sevinçliydiler. Arsaya günde birkaç kez gelip gidiyorlardı. Arsa yerinde, yapılan işler yerinde idi. Büyük Tunaboylu, Tunaboylu’dan da meraklıydı. Betonları sulamak adeta yalnız onun işiydi. Kimseye bırakmıyordu sulama işini, kendi bildiği gibi suluyordu. Erken kalkıp arsanın yolunu tutuyordu. Babamın o çabasını unutmam mümkün değil. Arsa üzerine yapılacak bina şekillenmişti. Topraktan bir metre yükselmişti temeller. İçerisi toprakla dolduruldu ve taban kısmına taş döşendi. Tekrar tekrar sulandı ve taş ağır bir tokmakla defalarca sıkışması için dövüldü. Nihayet beklenen en geniş beton atma işlemi tamamlandı. Anneme olayı anlattım ve arsanın bulunduğu yere getirdim. Yorulmuştu gelirken bir köşeye oturdu dinlendi. Daha sonra merdivenin basamaklarına basarak zeminin tabanına çıktı. Şimdi gözüme büyüdü. Daha önce çok küçük gelmişti. Bu kadar yeter de artar bile dedi. O ufacık bir arsaya iki göz ev yapılmış olsa yeterdi. Ancak öyle büyük bir arsa görünce dünyalar onun olmuştu sanki.. Annemin kıbleye doğru döndüğünü ve dua ettiğini gözümün önünden uzaklaştıramıyorum bir türlü. Anacığım yalnızca altı ay misafir olabilmişti yuvamıza. Onunla ilgili anıları daha sonraki sayfalarda anlatacağımı sanıyorum. Zemin betonu atılmış, sıra tuğla ile duvarları yükseltmeye gelmişti. Elimizde ne varsa harcamıştık. O dönemin parası ile 25 bin lira harcamıştık ilk tuğlaya kadar. Bizim için büyük para idi. Maaşım o dönemde 800 lira dolayında idi. Sofraya çok seyrek et yemeği konabiliyordu. Adeta çocuklar kırmızı eti kokluyorlardı. Bunun bana ne kadar acı verdiğini ancak ben anlarım. Ne yapacağım diye düşünüyordum. Bir öğrenci velisi benim düşündüğümü anlamış, sormuştu. Ne kadar para yeter şimdilik. Bende birinci katın tuğlasının alınmasında kullanılacak para kadar olsa yeter dedim. Yaratan onun çocuklarına yokluk göstermesin, günün parası ile 3 bin lira verdi. Senet sepet yok yalnızca karşılıklı güven var. Arsa ile İskilip yolunda at arabalarından bir köprü kuruldu sanki. Birkaç saat sonra arsanın etrafı kırmızı lime tuğlalarla dolmuştu. Kara Mehmet diye bir usta vardı. O işçi arkadaşlarını aldı geldi birkaç günde zemin katın duvarları örüldü. Kalıp için gerekli olan kereste daha önceden hazırlanmıştı. Kalıpçı geldi kalıbı hazırladı. Daha sonra demirciyi çağırdık oda demirleri döşedi. Samsun’dan aldığımız demirlerin yarısından çoğu tüketilmişti. İkinci kat için ne yaparız diye düşünmeye başladım, ancak ustalar; ‘Çok az bir açığın olur, o da Çorumdan sağlanır’ dediler sevindik. MÜSLÜM TUNABOYLU, ANNESİNİ ANLATIYOR.. Zemin katın üst betonu atıldı, annemi yine getirdim. O zaten her gün soruyor bilgi alıyordu bizden. Birinci katın merdivenlerinden güçlükle çıkabilen annem bir köşede biraz dinlendi. ‘Etrafa yüksekten bakmakta iyi oluyormuş yavrum’ diye seslendi. Annem öyle yükseklerden hiç aşağıya bakamamıştı. Anavatana gelirken Varna Şehri’nde denizde bir gezinti yaptıktan sonra yol boyunda bizi indiren motorcu ikinci işine döndükten sonra bize yukarıya çıkmak kalmıştı. Demir bir merdiven vardı yaklaşık 15 metre yüksekliğinde. Herkes demir merdivenden tutunarak düzlüğe çıkmış, annem ise birkaç kez yolun yarısından geriye inmiş yukarı çıkamamış, adeta bize sorun olmuştu. O zor anıda atlattıktan sonra rahatlamıştık. Annemin yükseği pek sevmediğini vurgulamak için bu kısa anıyı size naklettim. 1970 ŞUBATI'NDA İKİ KATLI KATLI BİR EV YAPILDI! Bu satırları yazdığım gün; işte iki katlı evimize taşınma gününün bir yıldönümü olan 7 Eylül 2000. Aradan tam 30 yıl geçmişti, Kimler geldi gitti bu garip konuttan. Tunaboylular git gide azalıyordu. Tunaboyluların en yaşlısı şimdi Müslüm Tunaboylu”dur . O da 11 Eylül 2000 günü Çorum Devlet Hastanesi’ne tedavi olmak için yatacak. 7 Eylül 2000 olan bugün Tunaboylu öğle saatlerinde bahçeye indi bir gezinti yaptı. Elma ağacını salladı birkaç elma düşürdü, oğlu Mahmut’a yemesi için getirdi. Mahmut bilgisayarın başında çalışıyordu. Onun böyle bir yıldönümünden haberi yoktu. Tunaboylu evin temeli atılırken bir şişe içersine 1970 yılı Şubat ayında sağ olan Tunaboyluları bir kağıda yazarak şişenin içine koymuş, temele taşlar arasına bırakmıştı. Evin yıkıldığında bu şişenin ele geçeceğini sanıyorum. İsterseniz Tunaboylu ailesinin7 Eylül 1970 yılındaki kadrosuna kimler dahildi: Ömer Tunaboylu (Ailenin en büyüğü), Zehra Tunaboylu (Ömer Tunaboylu’nun eşi ), Halil Tunaboylu, ailenin büyük oğlu, Nazik Tunaboylu Halil Tunaboylu’nun eşi. Emine Yağcı Tunaboyluların tek kızı (Kışlacık Köyü’nde Mehmet Yağcı ile evli ) Emine Yağcı 2000 yılının Haziran ayında öldü. Emine‘nin Salih ve Durak adında iki oğlu bulunuyor. Tunaboylu ailesinin küçük oğlu Müslim’ün Mahmut, Aysel ve Yüksel adında üç çocuğu var .Müslüm Tunaboylu Kışlacık Köyü’nde öğretmen iken Nazife ile evlenmişti. Otuz yıllık bir geçmişe bakarsak aynı gün. Yani 7 Eylül 2000’ de Tunaboylu ailesinden geri yalnız Müslüm Tunaboylu sağ. Ömer Tunaboylu Kışlacık’ta, kızı Emine yine Kışlacık’ta babası Ömer Tunaboylu’nun yanında toprağa verildi. Zehra Tunaboylu 22 Mart 1971’ de Çorum’da öldü. Çorum Ulu Mezar’da toprağa verildi. Halil Tunaboylu 12 Eylül 1994’de SSK Hastanesi’nde hayata gözlerini yumdu. O annesi Zehra’nın yanında Ulu Mezar’da toprağa verildi. Avrupa’dan anavatana gelen Tunaboylular’ın en küçüğü MüslümTunaboylu bakalım nerede, ne zaman toprağa verilecek... MÜSLÜM TUNABOYLU’NUN İLK YEDİ YILI Tunaboylu Avrupa’da bir yıl eğitim ve öğrenim gördükten sonra Bulgaristan’dan anavatana göç eder... Ablası Emine ile bir yıl ilkokula giden Tunaboylu, okulda akla hayale gelmeyen sıkıntılar çeker. .Susamıştır, okul bahçesinin bir kenarında çocukların içme suyu ihtiyacını karşılamak için büyükçe tahta bir fıçıya doldurulan sudan bir bardak su alan Tunaboylu hepsini içmez, artan bölümü yere dökeceği yere fıçının içine boşaltır. Durumu uzaktan izleyen Bulgar öğretmen Tunaboylu’yu ilk derse girdiğinde cezalandırır. Ceza ders boyunca tek ayak üzerinde beklemektir. Tunaboylu öyle yapmıştır ancak dersin ortası geldiğinde iyice sıkıştığı için pantolonun paçalarını ıslatmıştı. Bulgar öğretmenden sonra derse gelen Türk öğretmen Tunaboylu’yu eve gönderir. Tunaboylu’nun bu olayı devamlı olarak hatırladığı, meslek hayatında bu tür cezalara karşı olduğunu anlatırdı. 1938 Ağustos’unda ana doluya gelen Tunaboylu, okulların açılması ile birlikte okula kaydını yaptırır, onu ikinci değil birinci sınıfa alırlar. Bulgaristan’da gördüğü bir yıllık eğitim öğretim dikkate alınmaz. Tunaboylu bu aksaklığı 1943 yılında öğretmen olmak için gittiği Kastamonu Gölköy Enstitüsü’nde giderildiğinigörür. Tunaboylu bir yılda iki sınıf birden geçmiştir. Talih burada Tunaboylu’ya gülmüştür. - BULGARİSTAN’DAKİ ÇOCUKLUK ANILARI
Herkesin çocukluk arkadaşı vardır, Tunaboylu’nun da unutamadığı bazı çocukluk arkadaşları vardır. Tunaboylu, kendilerinden önce anavatana kaçak olarak gelen amcası Yusuf Gürpınar’ı çok severdi. Anavatana göçten iki yıl kadar önceydi. Tunaboylu mahalle arkadaşı Kara Halim ile anayola paralel olarak giden komşu köy yolunda tozlar içinde ayaklarını sürürlerken, aklına amcası gelir. Arkadaşına amcama gidelim mi diye sorar: Arkadaşı uzak mı diye sorar Tunaboylu’ya onlara göre; Türkiye çok yakındır, hemen tepenin öbür tarafındadır. Yani ufkun görüldüğü yerdedir. Gidilmesine karar verilir yan ana yola geçilir, bu yoldan arabalar, ara sıra da kamyonlar geçmektedir. .Köylüler bu yola taş yol derlerdi. O tarihlerde asfalt olayı yoktu. Yollar çamur olmasın diye kırık taşlar yollara döşenirdi. Taş yolda bir süre yürüdüler, ayaklarında ayakkabı yoktu yolun güzel yerlerinde yani taşsız yerlerinde koşuyorlardı. Tunaboylu amcasına biran önce kavuşacağını sanıyor, arkadaşına göre daha dirençli gözüküyordu. Her ikisi de iyice yorulmuşlardı ancak yorulduklarını birbirine söyleyemiyorlardı. Tepenin arkasından bir araba sesi duydular, biraz sonra seslerin geldiği yönde bir at arabası göründü atlar tırısa gidiyorlardı. Onlarda sanki çocuklar gibi yorulmuşlar, acıkmışlar eve varmak için sabırsızlanıyorlardı Arabacı iki küçük yaramazı yolda perişan görünce nereye gittiklerini sordu. Tunaboylu amcama gidiyoruz. O şimdi Türkiye’de bizde onun yanına gidiyoruz dediler. Dediler amma arabacıyı kandıramadılar. Arabacı onları ikna etti ve arabasına aldı Söğütlü Köyü’ne getirdi. .Eve yaklaştığını gören küçük yaramazlar bir yandan üzgün bir yandan da sevinçliydiler. Araba Tunaboyluların evi önünde yani iki kapıdan oluşan geniş dış kanatlı önünde durdu. Her iki yaramaz arabadan inerek evlerine gittiler ve olanları akşam yatmadan önce evdekilere anlattılar, çok korkmuşlardı bir daha yalnız yola çıkmadılar. Kara Halim Bulgaristan’da kaldı ve orada yaşamını yitirdi. TUNABOYLU’NUN SAĞ KAŞINDAKİ YARA NEYDİ? Bir yaz günü idi Tunaboylu ailesiyle birlikte köy kenarındaki Çanacık tarlasına gittiler. Burada ayçiçeği ekilmişti, onlar ayçiçeğine gündöndü diyorlardı. Her yerin yöreye göre bitkileri adlandırması vardır. Onlar ayçiçeğinin güneşe doğru dönüşü nedeniyle gündöndü diyorlardı. Hakikaten ayçiçeği güneşe doğru bakan bir bitkidir. Avrupa’daki Türklerin gündöndü demeleri biraz daha mantıklı görünüyor. Sabahın serinliğinde gittikleri Çanacık tarlasında güneş yükseldikçe sıcaklıkta artmaya başladı. Tunaboylu kız arkadaşı ile birlikte gündöndü tarlasının içinde uzayan bitkilerin arasında güneşi ancak zaman zaman görebiliyorlardı. Tabii bu duruma da seviniyorlardı. Güneş tepelerine vurmuyor onları sıcak bayıltmıyordu. Aradan çok zaman geçmedi ki gökyüzünde bulutlar belirdi. .Böyle öğle sonu bulutlanma oldu mu çoğu kez yağmur yağardı. Tarla kenarındaki biçilen otlar arabanın yanına taşındı ve arabaya yüklendi. Sabah rahatça geldikleri arabanın içersinde şimdi otlar vardı. Gelmeden gitmeyi düşünüyorduk. Gökyüzünde bulutlar artarken güneş de kendini dünyaya ben buradayım diyerek gösteremiyordu sanki. Batıdan esen ılık rüzgâr yerini serin bir rüzgara bıraktı ve arksından kopan bir fırtına ile birlikte sağanak yağmur yağışı başladı. Tarladakiler otla yüklü arabanın altına yağmurdan gizlenmek için toplandılar, ailenin büyükleri otların rüzgar tarafından arabadan atılmaması için irili ufaklı taşları otların üzerine atmışlardı. Arabanın her yanı sularla kaplandı. Ara sıra şimşek çakıyor, çocuklar korkuyorlardı. Ailenin büyükleri böyle olaylara alışmışlardı, onlar çocuklar gibi etkilenmiyorlardı. Yağmur yağmış bulutlar yöreden uzaklaşmıştı. Güneş bulutların arasından kendisini ara sıra göstermeye başlamıştı. Büyükler hemen arabanın altından çıkarak yarıda kalan işlerini tamamlamak için hareket ediyorlardı. Tunaboylu, yağmur yağdığı süre içinde iyice sıkışmıştı hemen arabanın arka tarafına giderek küçük suyu akıtıyordu ki. Arabanın üzerine çıkan kız arkadaşı oradaki küçük taşları alıp aşağıya atıyordu. İşte tam o sırada bir şey kaşına çarpmış Tunaboylu’yu yere devirmişti. Bir yandan pantolonunu düzelten Tunaboylu da bir yandan da kaşından akan kanı durdurmak için ikinci elini kanayan yere kapatıyordu. Olayı gören büyük Tunaboylu müdahale etti. Cebindeki tütün tabakasını çıkararak eline aldığı tütünü Tunaboylu’nun kaşına kapattı. Kanın akması durmuştu. Bir yazma bulundu yaralı yer iyiden iyiye sarıldı. İnekler arabaya koşuldu köy yolu tutuldu. Yollar çok çamurdu ve inekler zaman zaman kayıyorlardı. Tunaboylu ineklerin düşeceğini sanarak çok korkuyor, bağırıyordu. Korkular ve acılar içersinde Çanacık tarlasından ayrılmış bir süre sonra köye gelinmişti. Annesi Tunaboylu’ya bir yer yatağı sermiş yatırmıştı. Yorgun ve bitkin halde olan Tunaboylu hemen uyumuştu. Ne kadar uyuduğunu bilemiyordu evin içersinde yüksek sesle konuşmalar oluyordu. Neden zahmet ettin dercesi ne sözler gibi geliyordu Tunaboylu’ya. Gözlerini açıp baktı ki kız arkadaşı başı ucunda oturuyordu. Geçmiş olsun dedi, üzüntüsünü belirtmek istiyordu arkadaşı, Tunaboylu zararı yok mahsus yapmadın ya dedi. İki çocuk büyük insanlar gibi bir süre anılarını anlattılar birbirlerine. Tunaboylu üzüm getiren kız arkadaşına teşekkür etmişti. Kız arkadaşı Çanacık tarladan köye dönünce sepeti alarak köy kenarındaki üzüm bağlarına giderek Tunaboylu’ya bir sepet üzümü toplayarak getirmişti. Bu özür dilemenin bir başka yönüydü. Bu satırların yazıldığı 2000 yılının son ekim günü Tunaboylu kendisine acılı gününde koşan bu adsız arkadaşını anımsıyordu.VARNA YOLLARINDA KONVOY... Tunaboyluların anavatana göç etmelerine izin çıkmış, gerekli göç hazırlıkları tamamlanmıştı. Göçün başlayacağı günden önceki bir hafta Tunaboyluların evi akraba ve dostları ile dolup taşıyordu. Gözyaşları akıyordu, insanlar birbirleriyle kucaklaşıp öpüşüyorlar, ağlaşıyorlardı, gurbetin yolu gözükmüştü artık geri dönüş yoktu. Zaten üç yıldır bugünü bekliyorlardı Tunaboylular. Eve gelenler herkes kendine göre göç edecek olanlara eşyaları derleyip toplamak için yardımcı oluyorlar denkler yapıyorlardı. Kırılacak gibi olan eşyalar sert kaplar ya da kutular arasına konarak etrafları iyiden iyeye yumuşak bez parçaları ile sıkıştırılıyorlardı. O zaman şimdiki gibi köpükler yoktu. Göçün başlayacağı gece adeta hiç uyumamışlardı. Tüm akrabalar Tunaboylular’da idi. Sabah erken eve iki tane at arabası getirildi. Denkler yavaş yavaş arabalara yerleştirildi. Tunaboylu arkadaşları ile olanları bir kenara çekilmiş izliyordu. Ara sıra gözleri yaşlananları gördükçe onunda gözlerinden damlalar kırmızı küçük yanaklarına doğru akıyordu. Söğütlü Köyü’nden sabahın serinliğinde hareket edildi, arabalardaki akrabalarını uğurlamak için gelenler el sallıyorlar, bir daha birbirlerini göremeyecekleri için gözyaşı akıtıyorlardı. Tunaboylu ve arkadaşları da aynı büyükler gibi davranıyorlar acı ve sevinci paylaşıyorlardı. Aradan uzun yıllar geçmesine karşın Tunaboylu, Söğütlü Köyü’nü ve dere boyuna doğru inen geniş yola paralel rampadaki kerpiç evlerini unutamıyor. Tunaboylu evde bıraktıkları Karabaşı da uzun süre unutamadığını, kendilerinden sonra anavatana gelen akrabalarının anlatımlarına göre; Karabaş uzun süre gündüz ve gece Tunaboyluların oturduğu evin önünde ve bahçesinde ulumuş ve bir süre sonrada onun ölüsünü komşular kapı önünde bulmuşlar. Yalnız Tunaboyluların evinden iki araba çıkmıştı, Söğütlü’den göç edenler bayağı kalabalıktı köy kenarında durularak uzun bir at arabası konvoyu oluştu. Konvoydakilerin hep gözleri yaşlıydı. Bazıları anne ve babalarını bırakıp göç ediyor, bazıları da çocuklarını bırakıyorlardı. Her türlü oluşumun bir sonucudur ki, gözyaşları akıtanların sayısı az değildi. Kırbaçlar şaklamış, araba konvoyu hareketlenmişti. Tunaboylu ve yakınları doğup büyüdükleri Söğütlü Köyü’nden uzaklaştıkça yılların anılarını da bırakmanın verdiği acılı ve duygulu anılarına yenilerini ekleyecekleri günleri adeta tereyağından kıl çeker gibi bekliyorlardı. Bağırmalar, çağırmalar yavaş gidin, durun, kalkın, düşüyor, tutunun, eşyalar kayıyor, bağlayın sıkıştırın gibi sözlerin konuşulduğu dakikalar geçip gidiyor yolcuların sayısı da giderek artıyordu. Yoldan ara sıra geçen kamyonlar konvoy yürüyüşüne yeni çıkmış atların sıçramasına arabaların yoldan çıkmasına neden oluyordu. Bazen yoldan çıkmanın yanında devrilme olayları ve yaralanmalar oluşuyordu. Olayın ciddiliği günün koşullarına göre yol boyundaki yetkililere iletilmiş, kamyon ve benzeri motorlu araçların konvoyun yanından yavaş geçmeleri ya da konvoy geçinceye dek hareketsiz beklemeleri sağlanmıştı. Uzun bir yolculuktan sonra Varna şehri gözükmüştü. Göçmenler için denize yakın bir düzlükte çadır kamplar kurulmuştu. Arabalar çadırlara yetkililerce paylaştırılıyor, hayvanlar istirahate çekiliyordu. Bu işlemlerin ne kadar sürdüğü, nasıl yapıldığı konusunda Tunaboylu’nun geniş bir bilgisi yok, ancak o Varna şehrinde gördüğü birkaç olayı anımsıyor. HAMSİ İLE TANIŞMA VARNA DA OLUYOR Arabalardaki eşyalar indirilerek çadır yanındaki boşluğa bırakılıyor. Uğurlamak için gelen akrabalar, göç edenlere son görevlerini onları gezdirerek yerine getiriyorlardı. Tunaboylu’nun denizle tanışması burada olur. Anne, baba, abla, ağabey uğurlayıcı Sait Dayı. Deniz kenarına gelindi ve motorlu kayığa topluca binildi. Motorlu kayığın kaptanı Tunaboylu ve ailesini biraz denizde dolaştırarak Varna’yı denizden gösterdikten sonra onları rıhtıma yakın bir yerde yani yolcuları indirme yerinde indirdi. Burada olanlar ve yaşananlar unutulacak cinsten değildi. Burası sekiz on metre kare büyüklüğünde bir yerdi. Ancak bir kayıktan inenleri misafir edebiliyordu. Burada zaten birkaç dakika ancak duruluyor ve yüksek duvarın yüzüne yapılan demir merdivenden yararlanılarak ana yola çıkılıyordu. Merdivenden çıkma sırası Tunaboylu’nun annesi Zehra hanıma gelmişti. Onun böyle bir merdivenden hayatta çıkışı hiç görülmemişti. Yükseklikten çok korkardı. Merdivenin yarısına kadar çıkmıştı ki duvar üzerime geliyor diye bağırarak geri indi. Gözüne mendil bağladılar, bir kişi önden bir kişide arkadan elinden tutarak merdivenden çıkış sağlandı ama o onları unutmak mümkün değil. Tunaboylu da bazen merdivene çıkınca bacakları titrerdi. Duvardaki demir merdiven stresini atmak için Varna içinde yaya gezinmeye başlandı, ana caddeler boyunca elektrik direkleri dikkatini çekiyordu. Bu arada direklerdeki hoparlörlerden çeşitli müzik sesleri geliyordu. Tabi Tunaboylular bu müzik seslerinden bir şey anlamıyorlardı. Kendi dilleri dışındaki bir dilden yayın yapılmış olmasına bin anlam veremiyorlardı. Herkesin Türkçe konuştuğunu sanıyorlardı. Gerçi köylerinde Bulgarlar vardı, amma onlar Bulgarca’yı Türklerin yanında hiç konuşmazlardı. Tunaboylu ile ailesi uzun bir geziden sonra iyice yorulmuşlar ve çadır kamplarına dönmüşlerdi. Uzaktan bir koku geliyordu, bu koku çok nefis bir koku idi. Mideler boşalmıştı. Sait Dayı giderek nefis kokusu ortalığa dağılan kızartılmış balıktan alarak geldi. Yer sofrası serilmiş. Yenecek yemek ve sebzeler sofrada beklenmeye başlamıştı, soğumasın önce hamsiyi yiyelim dediler. Çatal kaşık yok elimizle yiyeceğiz dediler. Bir sessizlik başladı. Herkes balığı çok sevmişti. Kızartanda gerçekten çok güzel kızartmıştı. Tunaboylu hamsi olunca Varna’daki hamsi olmalı derdi. Hamsi ile tanışması böyle olmuştu. Varna şehrinde bir hafta beklendi. Limana bir vapur gelmiş biz onunla anavatana gidecekmişiz dediler. Çok sevinmişlerdi. Gidecekleri günü bekler oldular. Çadır kentin kendine göre sorunları vardı. Yaşamayan bu sorunları pek anlamaz güler geçerdi. .Heyecan doruktaydı sanki. Rıhtıma kocaman bir vapur geldi dediler. Tunaboylu ile annesi ve arkadaşları limana giderek koca vapura baktılar. Vapurda ayyıldızlı bir bayrak dalgalanıyordu. Annesi Tunaboylu’ya işte o dalgalanan bayrak bundan sonra bizim bayrağımız olacak dedi. Türkiye’den göçmenleri götürmek için Varna’ya Ankara Vapuru gelmişti. Vapura önce eşyalar taşınarak ambarlara yerleştirildi. Bu boşaltma, yükleme işlemi birkaç gün devam etti. Bazı göçmenlerin pasaport işlemleri tamamlanmadığı için Ankara Vapuru ile anavatana gelemediler. Onların ağlayıp sızlamalarını unutmak mümkün değil. ANAVATANA YOLCULUK MACERASI.. Hadi gidiyoruz dedi Tunaboylu’nun annesi Zehra Hanım. Tunaboylu annesinin elinden öyle bir tutmuştu ki bırakması mümkün değildi. En azından birkaç yüz metre karelik bir alan demir zincirle çevrilmiş, buraya bir kapıdan giriliyor ve çıkılıyor. Yani vapura binmekte, vapurdan inmekte bu kapıdan sağlanıyor. Tunaboylu ile annesi bu kapıdan heyecanla içeri girdiler kendilerini anavatanda sanıyorlardı. Ankara vapuruna girişi sağlayan iple asılı merdiven, onları bekliyordu. Kalpleri hızlı, hızlı atmaya başlamıştı, anne Tunaboylu. Merdiven korkuluğunun vapurdan yana olanını tuttu ve yürümeye başladı. Birkaç gün önce demir merdivenden çıkarken sorun yaratan anne Tunaboylu şimdi sallanan merdivende hızla yukarı doğru çıkıyordu. Son basamağı çıkınca şöyle bir aşağıya baktılar. Ankara Vapuru’na çıkan ilk kişi Tunaboylu ile annesi oldu. Büyük Tunaboylu ile ailenin diğer bireyleri daha sonra aşağıdan vapura gelmişlerdi. Büyük Tunaboylu en son vapura binen Tuna boylu oldu. .Sordular sen neden geciktin diye. Arkadaşım Musa ile Yasin’in pasaportları gelmediği için onları beklemek zorunda kaldım dedi. Musa ile Yasin ailece vapura binince yer bulmada güçlük çekerler. Musa kılını bile kıpırdatmayan bir başka göçmene bize de biraz yer açında yerleşelim der. .Ancak yanında avcı köpeğini de götürmekte olan göçmen hiç kılını kıpırdatmaz Musa bağırır biz Türkiye’ye köpek götürmüyoruz, asker götürüyoruz bize de yer açın der ondan sonra yer açılır komşularda yerlerine yerleşirler. Tunaboylu arkadaşı Şevket ile güverteye çıkıp vapura binenleri izlemeye başlarlar. Hayvanlar cinsine göre kimi boynuzundan kimi de gövdesinden takılan zincirlerle vinç yolu ile vapura çıkarılıyor, hayvanların bulunduğu ambar katına yerleştiriliyorlardı. Hayvanların çıkardığı sesler Tunaboylu ile arkadaşı Şevket’i çok etkiliyordu. Hava kararmıştı, Tunaboylu ile arkadaşı ailelerinin bulunduğu yere indiler. Acıkmışlardı. Köyden ayrılmazdan önce komşuları tarafından konan kumanyalardan bir parça alarak karınlarını oturarak kısa sürede doyurmağa çalıştılar. Yemek yerken su içmek istemişlerdi, anne Tunaboylu yanından eksik etmediği su testisinden bir bardak doldurarak en küçük Tunaboylu’ya uzatmıştı. Ankara Vapuru ışıklarını yakmış etrafı aydınlatmıştı. Tunaboylu ile arkadaşı bir süre daha güverteden Varna’yı izlemek için izin istediler ve hemen merdivenlerden hızla yürüyerek uzaklaştılar. .Masmavi bir denizin ortasındaydılar. Önce anlayamadılar ancak vapur uzun uzun birkaç kez düdük çalınca hareket ettiklerini anladılar ve koşarak aşağıya inerek ailelerine vapurun hareket ettiğini müjdelediler. .İyiden iyiye yorulan yolcular biraz yöre türkülerini okuduktan oyunları oynadıktan sonra yerlerine geçerek uykuya dalmışlardı. Vapura ara sıra vuran dalgaların çıkardığı gürültü ile uyanan Tunaboylu ile arkadaşı Şevket uzaktan işaretle anlaşarak yine güverteye çıkıp bir kayığa binerek uzaklara doğru bakmaya başladılar. Hava biraz serindi üşümeye başlamışlardı ki uzakta bir kara parçası görerek buranın Türkiye olabileceğini düşünerek hemen aşağıya koştular ikinci müjdeyi verdiler. Kara gözükmüştü. Ankara Vapuru İstanbul Boğazı’na doğru süzülüyordu. Tam boğaza girecek yerde boğazı karşıdan karşıya kontrol altında tutan bir küçük motora gözleri takıldı. Her iki deniz aracı birbirlerini selamladıktan sonra Ankara Vapuru İstanbul Boğazı’nda yolculuğunu sürdürüyordu. İki yakadaki evler, ormanlar Tunaboyluların ve diğer göçmenlerin çok dikkatini çekmişti. Kız kulesi yanından geçerek vapur Tuzlada demir attı. Geceyi vapurda geçirdikten sonra sabahın ilk saatlerinde vapurdan Tuzladaki göçmen kamplarına yerleştirilmeye başlandı. Önce insanlar indi sonra da eşyalar ve en sonrada hayvanlar indirildi. Herkes yorgundu, ancak anavatana gelmiş olmak bütün yorgunlukları unutturuyordu. Tunaboyluların birkaç parça eşyaları vardı. .Göçmenler kamplardaki duşlarda önce temizlendiler ve daha sonra büyük bir hangara yerleştirildiler. .Birkaç yüz kişi bir salonda yatmak zorundaydı..Her aile için bir çadır yoktu. .Göçmen kampındaki mutfakta pişirilen yemeklerin kokusu ortalığı tutmuştu, iyiden iyiye acıkan göçmenler kendilerine uzatılan kapları alarak karınlarını anavatanda ilk kez doyuruyorlardı. Bu onlar için tarifi güç bir mutluluktu. Ellerini havaya kaldırarak dua edenler, bir köşede şükran namazı kılanlar gözden kaçmıyordu. Tunaboylu ile arkadaşı Şevket olup bitenleri bir köşeden izliyorlardı. Tunaboylu erkeklerin topluca kamp duşlarında yıkanmalarını anlata anlata bitiremiyor, baba oğul birlikte belki ilk kez yıkanıyorlardı. Önce çok utandılar amma başka yapacak bir işlem yoktu sunulan hizmete teşekkür etmek gerekiyordu büyükler de öyle yaptılar. Tuzla göçmen kampında bir hafta kaldılar, göçmenlerin gidecekleri iller saptanmış kendilerine söylenmişti. Ancak hiç kimse İstanbul ile Eskişehir’den başka bir il bilmiyordu. TUNABOYLULAR İÇİN ÇORUM’UN MECİTÖZÜ İLÇESİ BELİRLENMİŞTİ Tuzla tren istasyonuna çok sayıda tren vagonları getirildi. Göçmenler istikametlerine göre vagonlara yerleştirildi. Bir vagonda kırk elli kişi bulunuyordu. Eşyalar ayrı bir trenle arkadan grupları takip ediyordu. Tunaboyluların bulunduğu tren ilk kez Eskişehir’de uzun bir süre konaklamıştı. Göçmenlerin akrabaları olanlar Eskişehir tren istasyonuna koşuyordu. Biz uzun süre kalacağını öğrendikten sonra ailece trenden aşağı inerek etrafı kolaçan edelim dedik. Tunaboylu’nun dayısı Nuri birkaç yıl önce anavatana kaçarak Eskişehir’e yerleşmişti. Çocukları ile orada kalıyordu. Anne Tunaboylu ağabeyi Nuri’nin yolunu bekliyor, duymuştur muhakkak gelir canı rahat etmez derken, Nuri Dayı uzaktan göründü. O tarafa doğru koşuşmalar başlamıştı, Tunaboylu olanları izlerken koşanların yanından da ayrılmıyor onlara katılıyor aynı heyecanı oda duyuyordu. Nuri dayı koltuğunun altına kocaman bir karpuz almış yeğenlerine ve kız kardeşine karpuz ziyafeti verebilmek için can atıyordu sanki. Alnından inen terler dudaklarına dek uzanıyordu. Tek elle cebinden çıkardığı mendili ile bir yandan yüzündeki terleri siliyor bir yandan da koltuğunda karpuzla Tunaboylulara doğru koşuyordu. Bu manzara unutulacak cinsten değildi. Yaratan kimseye ama hiç kimseye bu tür sıkıntılar çektirmesin. Koşuşanlar kısa sürede birbirlerine kavuştular, Nuri dayı elindeki karpuzu yere koyarak, önce kız kardeşini daha sonrada yeğenlerini kucaklayarak kokladı. En sonra eniştesi büyük Tunaboylu ile kucaklaşan dayı neden önceden haber vermediniz diye yakındı. Ancak ailede okur yazar olanların iki satır yazı yazıp da dayıya gönderme akıllarına bile gelmemişti. İstasyona yakın bir yerde büyük bir daire çizerek oturdular, karpuz kesildi ve suları akıta akıta kısa bir süre içinde bitirildi. Sıra konuşmaya gelmişti. Nuri dayı nereye gittiklerini sordu. Çorum dendi. Nuri dayı Eskişehir’de kalın ben trenle Ömer ile birlikte gider eşyalarınızı getiririm. Çocuklar siz kalın dedi. Ancak anne Tunaboylu olmaz ben kimseden ayrılamam, devletin verdiği yere giderim dedi. Nuri dayı fazla üstelemedi, kız kardeşini gücendirmedi. Ancak yıllar sonra anne Tunaboylu, yanıldığını anladı ancak iş işten geçmiş vapur limandan uzaklaşmıştı. ESKİŞEHİR’DEN AYRILMA VAKTİ GELMİŞTİ.
Kara tren yanık düdüğünü birkaç kez öttürmüştü. İstasyon etrafında ki göçmenler bulundukları yerlerden kara vagonlara koşar adımlarla yürüyerek biniyorlardı. Bizde onların yaptığı gibi yaparak kara vagonda ki yerimizi almıştık. Ben annemin dizi etrafındaki yerimi almıştım. Annemin gözlerinden akan yaşlardan birkaç damlasının yüzüme damladığını hissetmiş, onun duyularını kötümser yönde artırmaması için sesimi çıkarmamıştım. Annem devamlı dayımdan söz ediyordu babama. Kalsaydık nasıl olurdu Ömer diyordu. Babam ise devletin bir bildiği vardır, onun öngördüğü yere gitmemizde fayda var diyordu. Geleceğimiz yönünden, çocuklarımızın geleceği yönünden yararlı olacak diyordu babam. Babam haklıydı. Devlet göçmenlere dağıtımını yaptığı illerde ev arazi ve benzeri yardımları yapacaktı. Öyle de oldu. İstanbul-Tuzla’dan Amasya’ya trenle yolculuk başlamıştı. İlk durak Eskişehir’den anlattığımız şekilde ayrılmıştık. Eskişehir’de göçmen bol bulunduğu için tren burada birkaç saat konaklamıştı. Göçmenler birbirlerini görsünler, hasret gidersinler diye. Uzun bir konaklama olayı da Kayseri’de olmuştu. Bizim bulunduğumuz kafile içersinde birkaç ailenin yakınları Kayseri’ de idiler, onlar bir araya gelerek dertleştiler, ağlaştılar, bizde bulunduğumuz koğuştan yani kara vagondan duygularımızı içimize akıtıyorduk. Bu acılar unutulur cinsten değildi. Yıllar sonra Eskişehir, Kayseri tren istasyonundaki olayları bugün ki gibi anımsıyorum. Kayseri’deki bekleyiş öyle pek uzun sürmedi. Yine düdük sesi yine koşuşmalar, yine ağlamalar. Kara trenin yanık sesi göçmenleri birbirinden ayırıyordu. Sanırım onlarda bu sesleri uzun yıllar kulaklarında hissettiler. Yıllar sonra gittiğim Kayseri’de tren istasyonunu gezerek o günleri bir kez daha anımsamış. Ölüp aramızdan ayrılanları rahmetle anmıştım. Tren Kayseri’den sonra ufak tefek istasyonlarda üç beş dakika beklemiş. Lokomotife su takviyesi yapılmıştı. Güzergâhta Sivas vardı. Orada da biraz beklendi. Neden çok beklendiğine bir türlü akıl erdirememiştik. Yıllar sonra Sivas’a gittiğim de doğudan gelen katarın beklenmesi gerektiğini de öğrendim. Bizim katara da o zaman birkaç vagon eklenmişti, ancak içlerinde bir şey var mıydı yok muydu bilemiyorum. Bir sabah kayalık bir yerin ortasında bulunan Amasya’ya geldik. Bulgaristan’da Amasya gibi öyle kayalık bir yerleşim yeri yoktu. Yalnız bize yakın bir yerde Madara denilen bir yer vardı. Oraya çok turist gelip giderdi. Bende bir kaç kez bu yere gittiğimi anımsıyorum. Madara denilen yer orta ve lise tarih kitaplarında da bulunuyordu. Bilmem şimdi var mı yok mu? O konuda size bir şeyler söylemem mümkün değil. Biz şimdi Madara’yı bırakalım, objektifi Amasya’ya çevirelim. Her tarafı kayalarla çevrili tarihi bir şehir. Nüfusu bin dokuz yüz otuzlu yıllarda bugün ki gibi değil daha azdı. Ortasından geçip kara denize dökülen Yeşilırmak şehrin havasını değiştiriyordu sanki. Berrak bir rengi vardı ırmak suyunun. Nehir kenarındaki kahveler insanlarla dolup taşıyordu. Salkım söğütler, akasyalar etrafa bir güzellik verirken, akarsu da serinlik yapıyordu. Amasyalılar kahvelerde söğüt ağaçları altında çaylarını yudumlamaya çalışıyorlardı. Tren istasyonunda ne kadar kaldığımızı bilemiyorum amma. Göçmenlere sabah kahvaltısı için kumanya dağıtıldığını biliyorum. Bu sabahın erken saatlerinde bize sunulan en güzel jestti. Zeytin,, peynir türünden bir şeylerdi amma çok hoşumuza gitmişti. Saatlerdir taze bir şey yemiyorduk. Trenden eşyalarımız işçiler tarafından indirilerek kamyonlara yüklendi, biz de daha sonra o zamana göre çok güzel bugüne göre çok eski otobüslere bindirilmiştik. Mecitözü’ne gelecektik... Erkekler ayakta kadınlar ve çocukları koltuklara yerleştirilmişti. Sayı kavramı yoktu o zaman otobüs sayısı da çok az olmalıydı. Otobüsün şoförü tren düdüğüne benzemeyen bir ses çıkaran kornasını çaldı uzunca. Şimdi ki gibi trafik polisi yoktu. Sürücüler kendilerinin trafik polisiydiler. Yollar bozuk ve çok kasisli olduğu kadar çokta dardı. İki otobüs yan yana çok zor geçiyordu. Hatta o zaman yapılan bazı köprülerden kamyonlar geçerken köprü korkuluklarını sıyırıp yaralıyordu. Yaklaşık iki saat gibi bir süre sonrasında Mecitözü’ne geldik. Bugün Cumhuriyet İlköğretim Okulu’nun bulunduğu yerde o zaman belediyenin büyük bir gaz deposu vardı. Bizi onun önüne indirdiler. Etrafımızı Mecitözülüler sarmıştı. Bakıyorlardı. Bir süre bizi izledikten sonra dağıldılar. |