Emekli öğretmen yazar sanat dostu Muzaffer Gündoğar, TÖS ve TÖB-DER yöneticilerinden Köy Enstitüleri kökenli eğitimci-yazar ve mücadele insanı Musa Uysal’ı anlattı:
'GÖNLÜ VE YÜREĞİ
Köy Enstitüleri kökenli Musa Uysal’ın kızı Prof. Dr. Meral Uysal ve yine Köy Enstitüleri kökenli,aynı zamanda BSGMedya Yazarlarından emekli eğitimci-gazeteci Müslüm Tunaboylu’nun da konuşmacı olduğu panelde konuşan Emekli Öğretmen, yazar-sanat dostu Muzaffer Gündoğar, Köy Enstitülerindeki eğitim modelinden, Musa Uysal ile 20 yılı aşkın süredir olan arkadaşlıkları, anıları ve Musa Uysal’ın hayata bakışı ve kitaplarından söz etti. Sözlerine Musa Uysal ile tanışmasının kendisinden önce kitabıyla başladığını anlatarak başlayan Muzaffer Gündoğar, Uysal’ın yazmaya Eğitimci-yazar Mahmut Makal’ın eşi Naciye Makal’ın önerisi üzerine anılarını yazarak başladığını ve ilk kitabı olan ‘Nereden Nereye’ adını da Mahmut Makal’ın eşinin belirlediğini aktardı.
Emmi’den önce kitabı, “Nereden Nereye” ile tanıştım. 1993 yılının sonlarında ya da 94 yılının başlarında olmalıydı. Aynı okulda çalıştığım Aslan Kaya adlı bir arkadaşım Ankara’dan getirmişti bu ilk kitabını. 288 sayfalık kitabın arka kapağında, Musa Uysal’ın yaşam öyküsü, kısaca şöyle yer almıştı: “Çorum’un Mecitözü ilçesinin Devletoğlan Köyünde doğdu. İlkokulu komşu bir köyde bitirdi. Okul öncesinden Köy Enstitülerine gidinceye dek Dedesinden din eğitimi aldı. 1945 yılından beri yurdun çeşitli yörelerinde öğretmen olarak çalıştı. Türkiye Öğretmenler Sendikası TÖS’ün ve TÖB-DER’in kuruluş ve yönetiminde bulundu. 12 Mart ara rejim döneminde birkaç kere, 12 Eylül’de ise, Türkiye’deki ilk ve son kez “gizli örgüt kurmaya tevessül” yani hazırlanma suçundan tutuklandı. Bu yapıt 45 yıllık inişli çıkışlı, çileli, bir yolculuğun öyküsüdür.” Musa Uysal hemşerimdi üstelik. Köylerimiz yakındı. Emmi’nin köyüyle benim köyüm Çıkrık arasındaki mesafe, yürüyerek 2-2,5 saatti. Arada Kırklar Dağı vardı. Çıkrık, Kırklar’ın güney taban eteğinde; Emmi’nin köyü Devletoğlan’sa; kuzey eteğinde yer almıştı. Kitabı okurken gördüm ki Emmi, Amcam Cemal Akbulut’un Kastamonu Göl Köy Enstitüsü’nden okul arkadaşıdır. Sunuş yazısında şöyle diyordu: “…Anadolu insanının yaşamı, geçim koşulları hep ilgilendirdi beni. Geleneklerini, törelerini inceledim; şakalarını, esprilerini dinledim. Onlarla beraber oldum, onlarla beraber yaşadım. İlginç olaylara tanık oldum. Yurdun her tarafından gelen insanlarla tanıştım. (…) Yurdun birçok yörelerinde öğretmenlik yaptım. Bildiklerimi öğrettim. Halkımızdan da çok şey öğrendim…”
MUSA UYSAL (EMMİ) (1926- 29.11.2008)
Yazısının süreğinde ise, yazmaya başlamasının kolay olmadığını söyler. Köy Enstitülerinin kuruluş yıldönümü nedeniyle arkadaşlarıyla akşam yemektedir. Bir anısını anlatır. Aslında ilginç, yazılması gereken pek çok anısı vardır. Ama o yaşa kadar yazmayı hiç düşünmemiştir. Eğitimci-yazar Mahmut Makal’ın eşi Naciye Makal, bu anılarını mutlaka yazmasını önerir kendisine. Hatta adını bile koyar. “Nereden Nereye” olsun kitabın adı der. Fakat zor karar verir yazmaya Emmi. Ama sonunda oturur, yazar. İyi ki de yazar. Çünkü bu ilk yapıtı diğer yapıtlarını da peşinden getirir.
YURTSEVERLİĞİN BEDELİ Ülkenin daha aydınlık yarınlara kavuşması uğruna, yaşamı boyunca büyük uğraşlar verir. “Gözünü budaktan, sözünü dudaktan esirgemez.” Ancak bu düşüncesinin ve uğraşının bedelini ise çok ağır öder. Askeri darbelerle gelen ara rejim hükümetlerinin hışmına uğrar, defalarca tutuklanır, yıllarca hapis yatar. Ömrünün en güzel yıllarını sebil eder cezaevlerinde. Ama O, o kadar alçakgönüllü, sevecen bir halk adamıdır ki en ufak bir böbürlenme ve övünme payı çıkarmaz çektiklerinden. İnancından, onurundan ve gururundan da zerre kadar ödün vermez. Duruşu dimdiktir.
Çok merak ettiğim Musa Uysal’ı ilk kez, İsmail Gençtürk, İdris Köylü ve Ümit Sarıaslan’la birlikte Çorum Milönü semtinde Mehmet Ünal’ın işlettiği “Dost Kitabevi”ne kitap imza günü için geldiklerinde tanıdım. Adıma imzaladığı “Nereden Nereye” kitabındaki yazısı, 2 Nisan 1994 tarihini taşıyor.
Kendisinden de öğreniyorum ki O, öğrenciliğinde ve öğretmenlik yıllarında Cemal Amcamla arkadaşlıkları nedeniyle, bizim köye de birçok kereler gelip gitmiş. “Rahmetli Arif Ağabeyimi, yani babanı çok severdim,” diyor. “O da beni severdi. Amcalarının okuyup bir meslek sahibi olmalarında, O’nun ödenmez hakkı ve emeği vardır. Ben buna yakından tanığım. Öğretmen ağabeylerini de tanırım. Ama seni tanımıyordum doğrusu.” Ben, o yıllarda öğrenci olduğum için hiç karşılaşmamıştım O’nunla.
KİTABINDA ÇIKRIK VE
“Bizim Kırklar Dağı’nın öte yüzündedir Üçköy ve Çıkrık. İkisi de ilçenin en büyük köylerindendir. Üçköy Alevi, Çıkrık Sünnidir. Yürekten dosttur, çalışkandır, sevecendir bu iki köyün insanları. Arazileri dar, gönülleri geniştir. Gelirlerinin büyük bir kesimi sebzecilik ve meyveciliktir. Okuyarak geçimini sağlayanlarla, çalışmaya giden gurbetçiler oldukça fazladır. Öğretmen olanlar çoğunluktadır. Bu iki köy mahalle kadar yakındır birbirlerine. Bu iki köy kurulalı aralarında hiç kavga olmamıştır. Sınır anlaşmazlıkları yoktur. Fanatik değillerdir. Bağnazlık yazmaz bunların kitaplarında. Sevgiyle yüklü neşeli insanlardır…” ANKARA BULUŞMAMIZ
Toplantı sonrası beni bırakmamış, o akşam Keçiören’deki evinde konuk etmişti. “Kocareis“ dediği eşi de kendisi gibi konuksever ve sevecen bir insandı. Evleri gibi yüreklerini de tüm içtenlikleriyle açmışlardı bana. Bu Anadolu konukseverliğinin “Çorumluca” güzel bir örneğiydi. O zaman, gece saat sabahın 03’lerine değin söyleşmiştik.
İlk kitabı “Nereden Nereye” özgeçmişiyle ilgili bir çalışmaydı. Öykülerden oluşan “Sokakta Sözleşmiştik” adlı ikinci kitabını ise, 1995’in Kasımında İstanbul (TÜYAP) Kitap Fuarı’nda imzalamıştı adıma.
O gece, çalışmaları konusunda da ayrıntılı bilgiler edinmiştim. Yeni bir çalışma üzerindeydi Musa Ağabey. Kafkasya göçmeniymiş dedesi. Çocukluğunda Kafkasya üzerine, ata yurdu üzerine çok şeyler dinlemiş dedesinden. Ve çok etkilenmiş dedesinin anlattıklarından. Hiç unutmamış. Seneler sonra, oturmuş yazmaya başlamış. Ancak ata yurdunu görmeden, oraları düşsel olarak anlatmak çok yüzeysel olurdu elbet. O da bu çalışmasını tamamlayabilmek “Eğer pasaport alabilirsem mutlaka Kafkasya’ya gidip oraları görmek, gördükten sonra yapıtımı tamamlamak istiyorum” demişti.
Musa Ağabey daha sonra bu düşünü gerçekleştirerek, Kafkasya’ya gidecekti. Oraları gezecek, dolaşacak, gerekli araştırmayı yapacaktı. İki yıl sonra da dedelerinin yurdu Kafkasya’yı, oradaki savaşlarla yaşanan insanlık dramını ve Anadolu’ya göçü “Üç Atlı” adıyla romanlaştıracaktı.” Sonrasında ise, yazmasını aralıksız sürdürecek; “Bir Aydınlık Ağacı: Hamdi Konur”, “Tıkı”, “Kalemim Kaydı” ve vefatından bir süre önce de “Sefure” adlı kitabını yazıp yayımlayacaktır.
“Musa Ağabey “Emmi” sıfatına layık, halkın içinden gelmiş, açık sözlü, sevecen, dost canlısı, dostluğuna güvenilir, gönlü ve yüreği harman yeri kadar geniş bir halk adamıydı. Musa Emmi, 17 Nisan 2007’de Köy Enstitüleri’nin 67. kuruluş yıldönümünde memleketi Çorum’daydı. Atatürkçü Düşünce Derneği Çorum Şubesi’nde düzenlenen etkinlikte konuşmacıydı. İlgi yoğun, salon doluydu. Bir söyleşi havası içinde geçen toplantıda; Ülkemizin kurtarılıp, 29 Ekim 1923’te Cumhuriyetin kuruluşundan sonra; “Asıl savaş şimdi başlıyor” diyen Mustafa Kemal’in birçok yenilikler başlattığını söyledi. Bunlar; sosyal, ekonomik, siyasal, kültürel v.b alanları kapsıyordu.
Özellikle birbirini izleyen ve birbirini bütünleyen Atatürk’ün eğitim ve kültür kurumlarından söz etti kısaca. Bunlar 21 Nisan 1931’de açılan “Türk Tarih Kurumu”, 19 Şubat 1932’de açılan “Halkevleri”, 12 Temmuz 1932’de açılan “Türk Dil Kurumu” ile, plan ve projesi Atatürk döneminde hazırlanan, ancak; ölümünden kısa bir süre sonra yaşama geçirilen, Hasan-Ali YÜCEL ve İsmail Hakkı TONGUÇ ikilisinin gerçekleştirdiği ve 17 Nisan 1940’ta açılan “Köy Enstitüleri”ydi.” Kısa zamanda sayıları 21’e çıkan Köy Enstitülerinin ülkemizi aydınlığa çıkartacak, uygarlığa, çağdaşlığa, varsıllığa ulaştıracak kurumlar olduğunu belirten Musa Uysal; Köy Enstitüleri ile başlayan aydınlanma sürecinin ne yazık ki, bu eğitim kurumlarının kapatılmasıyla kesintiye uğradığını söyledi.
Köy Enstitüleri ile ilgili öğrencilik anılarından da kısa anlatılar sundu Musa Uysal. Birisi şöyle: “Başımızda bizden büyük arkadaşımız Cemal Akbulut olduğu halde, Kastamonu’dan Göl Köy Enstitüsü’ne doğru yola çıktık. Okula aşacak tepeye vardığımızda, gördüklerimizle şaşırıp kaldık. Bizden önce gitmiş olanlar amele gibi çalışıyorlardı. Oysa biz, okumaya gelmiştik. Kimi arkadaşlarımız “Dönelim,” dedi. “Çalıştıktan sonra babamızın bağı, bahçesi, tarlası ne güne duruyor. Gider orada çalışır; üstelik, sıla özlemi de çekmeyiz.” Cemal Akbulut önümüze geçerek: “Bakın,” dedi. Omzunu açıp, kabuk bağlamış bir yara izi gösterdi. “İki yıldır İzmir’de hamallık yapıyorum. Bu da hamallık ipinin yarası... Biz okumaya, adam olmaya geldik. Geri dönmek yok. Gerektiği yerde amele gibi de çalışacağız ama okuyacağız.” Diye bizi okula yöneltti yeniden. Bizler 12-13 yaşlarında, Cemal Akbulut ise 20 yaşlarındaydı. Yani, bizlerden 7-8 yaş büyüktü. Onun bu ağabeyliğini unutamıyorum. Köy Enstitülerinde uygulamalı eğitim veriliyordu. Öyle ki; uyku ve yemek saatleri dışında okuyarak, öğrenerek, uygulayarak, tartışarak geçiriyorduk. Bizlere verilen eğitim, çağdaş ve bilimsel eğitimdi…”
TÜRK ÖRNEĞİ EĞİTİM Köy Enstitülerinin kapatılmasından sonraki süreçte de yaşanmış bir başka olayı şöyle anlattı: “Ülkemizden bir heyet Hindistan’a bir gezi düzenler. Bu resmi heyet, eğitim kurumlarını gezerken bir okulun çalışmalarını, programını pek beğenir, över. Nasıl yaptınız, nasıl düşündünüz böyle bir eğitim uygulamasını ve uygulamalı eğitimi? Derler. Yanıt ilginçtir; Bu örneği Türkiye’den aldık. Köy Enstitülerinin örneğidir, derler. Gördünüz mü? Kendi ülkelerinde kapatıyorlar, başka ülkelerde beğeniyorlar ve övüyorlar. Böyle bir uygulama, böyle bir eğitim kurumu dünyanın hiçbir yerinde yoktu ve hiçbir yerden örnek alınmadı. Bu Türk eğitimcilerinin buluşuydu. Daha doğrusu Tonguç Babanın, Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel ve arkadaşlarının eseriydi. Bu Eğitim kurumları dünya literatürüne “Türk eğitimcilerinin özgün buluşudur.” diye geçmiştir. Başka ülkelere de örnek olmuştur.”
KÖY ENSTİTÜLERİ Burada yeri gelmişken, bir parantez açarak Köy Enstitülerinin ne olduğu konusuna kısaca değinelim. Köy Enstitüleri; imece yöntemiyle çalışmanın, dayanışmanın, yeşertilen toprağın, eğitim öğretime açılan onlarca yapının, suya kavuşturulan bozkırın; paylaşmanın, aydınlanmanın, kalkınmanın, gelişmenin, kısacası ilerlemenin adıydı.
Yüzyıllarca uyutulmuş; yoksul ve eğitimsiz bırakılmış Anadolu köylüsü; köy enstitüleri sayesinde bin yıllık uykusundan uyandırılmış, kendi ekonomik özgürlüğünü kendi kazanacak konuma getirilmişti. Ama ne yazık ki bu uyanış, aydınlanma ve coşkulu imece kimilerini rahatsız etti. Köylülerin bu gibi aydınlanma sürecinden rahatsız olan, düzenleri ve çıkarları bozulan toprak ağaları; Cumhuriyet karşıtları, din istismarcıları bir araya geldiler. Dış güçlerin de desteğiyle, yerli işbirlikçileri de yanlarına alarak yoğun bir karalama kampanyasıyla köy enstitülerini kapatmayı başardılar. KÖY ENSTİTÜLERİ KAPATILMASAYDI Köy Enstitüleri kapatılmasaydı; köylü, evini ocağını, köyünü bucağını terkedip büyük kentlerde iş, yol, su, elektrik, eğitim, sağlık, sosyal güvence ve sosyal hizmet arayışında olmayacaktı. Tüm bu hizmetler köye, köylünün ayağına getirilecek köyler böylesine boşalmayacak, kentlerin yarısından fazlası da gecekondulaşmayacaktı. Köy Enstitüleri kapatılmasaydı; köylü köyünde ürettiğini kooperatifleşme yoluyla değerlendirerek varsıllaşacak; sosyal, ekonomik ve kültürel kimliğine kavuşacaktı. Her yörenin, ya da bölgenin yer altı ve yerüstü zenginlik kaynaklarının işlenmesi bağlamında fabrikalaşmalar da kırsal alanlara kaydırılacak, büyük kentlerde bu denli nüfus yığılmaları olmayacaktı. Köy Enstitüleri kapatılmasaydı; ekonomi, ticaret, sanayi, eğitim, bilim, sanat ülkenin her yanına eşit olarak ulaşacak; fırsat eşitliğiyle birlikte her konuda eşit paylaşım sağlanacaktı. Köy Enstitüleri kapatılmasaydı; Doğu ve Güneydoğudaki terör, 30 yılı aşkın süredir ülkemizin başının belası olmayacak; asker, polis ve sivil halktan on binlerce kişi şehit olmayacak; ülkemiz de milyarlarca liralık ekonomik zarara uğramayacak; ülke bölünme, parçalanma noktasına gelmeyecekti.
Köy Enstitüleri kapatılmasaydı; ülkemizde sosyal, ekonomik ve kültürel yapılaşma sağlıklı bir biçimde gerçekleşecek, ülkemiz kalkınma sorununu çözümlemiş, kalkınmış ülkeler arasındaki saygın yerini çoktan almış alacaktı.
Daha da önemlisi, Köy Enstitüleri kapatılmasaydı; rejim düşmanları bu denli palazlanamayacak;
Köy Enstitüleri Dönemi dediğimiz 1940-1954 arasındaki o 14 yıllık süreçte ise; 1.308 kadın ve 15.943 erkek, toplam 17.251 köy öğretmeni yetişmiştir. Köy Enstitülerimizin kapatılmasıyla, Atatürk devriminin önü kesilmiş, ülkemiz her alanda çağın gerisine düşmüştür. Ülkemize de, ülkemiz insanlarına da çok yazık edilmiştir. SON SÖZ OLARAK... Musa Uysal gibiler ömürlerini halkının mutluluğuna ve esenliğine adamış gerçek eğitimci ve yürekli aydınlardı. Onlar yaşadıkları sürece Atatürk aydınlığını bu ülkeye yaymayı sürdürmüşlerdir. Şimdi görev, köy enstitüleri ruhuyla yetişmiş olan onların çocukları ve torunları konumundaki ardıllarındadır. Başta Büyük Önderimiz M. K. Atatürk olmak üzere; Köy Enstitülerini kuran, dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel, İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç ve sevgili Musa Uysal’la birlikte, aramızdan ayrılan tüm köy enstitülü öğretmenlerimizi saygı ve rahmetle anıyor; yaşayanlara da, sağlık ve esenlikler diliyoruz.'
|
1616 kez okundu |
Yorumlar |
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |