Eğitim İş Çorum Şube Başkanı İlhan Yaşar, son 15 yılda bütün emekçilerin ekonomik, sosyal ve özlük haklarında ciddi şekilde gerileme yaşandığına dikkat çekti:‘YA BİR YOL BULACAĞIZ YA DA
7 Mayıs 2017 Eğitim İş Çorum Şubesi’nin Cumartesi günü gerçekleştirilen 2. Olağan Genel Kurulu’nda bir konuşma yapan İlhan Yaşar, sendikal mücadele sürecinden ülkenin içinde bulunduğu duruma ilişkin görüşlerini paylaştı. Konuşmasında sendikal mücadelenin önemine vurgu yapan İlhan Yaşar, ‘ 17 Ekim 2005 tarihinde kurularak eğitim çalışanlarının, tüm emekçilerin, karanlığa sürüklenen ülkemizin umudu haline gelen Eğitim-İş'in bu çalışma döneminde de karşılaşacağı zorlukların büyüklüğü ortadadır. İçinden geçtiğimiz dönem, ülkenin ve sınıfın zor ve sıkıntılı süreçlerine denk gelmiş; siyasal iktidarın baskıcı politikalarının, haksızlığın ve hukuksuzluğun yaşandığı, yargının ve adaletin çöktüğü bir dönem olarak tarihe geçmiştir.’ dedi. Gerçekleştirilen genel kurulda güven tazeleyerek yeniden şube başkanlığına seçilen İlhan Yaşar, umutlarını yitirmediklerini, hayallerini de unutmadıklarını vurguladığı konuşmasında şu görüşleri dile getirdi: ‘15 Temmuz darbe süreci fırsata çevrilerek OHAL uygulaması başlatılmış ve bu kapsamda çok sayıda KHK çıkarılmıştır. 100 binin üzerinde kamu çalışanı işten çıkarılırken 2 binin üzerinde kurum kapatılmıştır. Ülkenin bütün erkini bir kişiye devretmiş bulunuyoruz. ‘DEVRİMCİ SINIF SENDİKACILIĞI’NIN NASIL YAPILACAĞINI GÖSTERDİK’ Mayıs 2012 yılında 70 üye ile başladığımız İl Temsilcilik yönetimini Mayıs 2014 yılında Sivas, Tokat ve Amasya Temsilciliklerimizle birlikte Birleşik Şube olarak sürdürdük. 3 yılda gerçekten çok özverili bir çalışmayla Haziran 2016 yılında bağımsız şube sayısına ulaştık. Bu yıl daha güçlü bir şube olarak kongre yapmaktayız. Bu başarıdan dolayı başta şube yönetim kurulu üyelerimize, eylem ve etkinliklerde bizlere verdiğiniz destekten dolayı siz değerli üyelerimize çok teşekkür ediyorum. Kurulduğumuzdan beri sendikacılığı emek ve sınıf mücadelesi olarak kabul ettiğimizden ne ücret sendikacılığı, ne de etnik, dinsel, mezhepsel ve toplumdaki azınlıklar üzerinden sendikacılık yaptık. Sermayenin ve sömürünün küreselleştiği, emperyalizmin dünyayı özellikle bölgemizi yeniden dizayn etmeye çalıştığı bir ortamda ülke ve sınıf mücadelesini birleştirerek Devrimci Sınıf Sendikacılığı’nın nasıl yapılacağını gösterdik. Buna devam da edeceğiz. Bir sendikanın başarısının ne üye sayısı ile ne de sahte yetkilerle ölçüleceğine inanıyoruz. Her yıl hatır gönül ile yetki kandırmacasıyla devşirilen üyeler ile de ölçülemez. Hele hele İktidara yandaşlık ederek makam mevki vaatleri ve sınav tehditleri ile üye yazıp kendini yetkili ilan ettirmekle hiç ölçülemez. Bize göre sendikalar her zaman iktidarlara muhalif örgütler olmak zorundadır. Çünkü her gelen iktidardan yeni kazanımlar, daha yüksek ücretler talep etmek bunu elde etmek için mücadele vermek zorundadır. Son yılarda sendikal mücadele ile elde edilen tek kazanım olan nöbet ücreti yetkili olmadan etkili sendikacılığın en güzel örneği olmuştur. Birileri sahip çıksa da Eğitim İş bunu tarihine yazmayı başarmıştır.
‘BİZLER AKP'NİN İLERİ DEMOKRASİ Bütün emekçiler olarak son 15 yılda ekonomik, sosyal ve özlük haklarımız ciddi şekilde geriledi. Siyasal kaygılarla yapılan değişikliklerle Öğretim Birliği’ne vurulan darbe, okul dönüşümleri, siyasi kadrolaşma, yandaş yönetici atamaları, eğitimin dini referanslara göre şekillendirilmek istenmesi, yaşadığımız sorunları daha da derinleştirmiştir. Bizler AKP iktidarının ilk gününden beri ileri demokrasi aldatmacasına asla inanmadık. İktidarın icraatlarının Cumhuriyetle hesaplaşma, ılımlı İslam özlemi, eğitimin özelleştirilmesi yanında dinselleştirilmesi hedefleri için yapıldığı konusunda doğru tahliller de bulunduk. Ama ne yazık ki buna karşı etkin bir mücadele birliği oluşturamadık. Birileri ileri demokrasi beklentileriyle yıllarca pasif sendikacılığı seçseler de bugünler bizler için çokta şaşırtıcı olmadı. “Perşembenin gelişi çarşambadan belliydi.” “Dünya Demokrasi Endeksi” adlı bir araştırma iktidarın daha ilk dönemi olan 2003’ten 2008 yılana gelindiğinde ülkemizin demokratik ülkeler” listesinden Uganda ve Tanzanya gibi ülkelerin seviyesine düştüğünü haber veriyordu. Şu anda hangi sıralara geldiğimizi tahmin etmek hiçte zor olmasa gerek. Siyasi iktidar geldiği ilk günden beri devlet memurluğunu hükümet memurluğuna dönüştürebilmek için iş güvencemize göz dikti. Esnek, kısmi, geçici, sözleşmeli güvencesiz çalışmayı dayatarak, kamu yönetimini özel sektör mantığı ile yönetmeye çalışılırken yüzyıllarca bedeller ödenerek kazanılan kazanımlar bir bir emekçilerin elinden alınırken seyirci kalan bir emek örgütü olabilir mi? Ülkemizin aile, eğitim ve yaşadığı yarı feodal toplumsal yapısı, salt dinsel değerlere göre belirlenmek isteniyor, “biat” kültürü yaygınlaşıyor, antidemokratik rejim istekleri, gözlerimizin önünde hızlı ve planlı bir şekilde yürütülüyor. Hepimiz biliyoruz ki “Aydınlanmış entelektüel ahlakın olmazsa olmaz şartı, tüm inançlara, hatta bilimin mutlak gerçek dediği konulara dahi eleştirel gözle bakıp sorgulayabilmektir.” Biat etmek değildir. Doğaldır ki bir ülke nasıl bir insan modeli istiyorsa ona yönelik bir eğitim sistemini uygulamak zorundadır. Ya laik, seküler, çağdaş, aydın, eleştirel bir birey için eğitim ya da tam tersi ırkçı, dinci, tutucu, gerici, biat edecek birey için eğitim.
‘ÜLKE KHK YÖNETİLEN Fakir BAYKURT ne diyordu “Öğretmenler egemen sınıfların emir kulu, ya da yönetici tabakaların çocuklarının çocuk avutucuları değildir.” Eğitim, özelleştirilmesi ve ticarileştirilmesi yanında eğitim birliğinin aksine eğitim yerelleştirilerek dil ve içerik olarak bölgeselleştiriliyor. Müfredattan Atatürkçülük konuları çıkarılırken aşırı derecede dinselleştirildi. Seçmeli derslerle bütün okullar imam hatipleştirildi. Değerler eğitimi sayesinde anaokulları Kuran kurslarına dönüştürülerek cemaat ve tarikatlara teslim edildi. Sonuçta 15 Temmuz yaşanarak ülke KHK yönetilen bir ülkeye dönüştü. Cumhuriyet karşıtı tüm tarikat ve cemaatlerden kurtulma gerekliliği anlaşıldığı halde aynı suçu işleme potansiyeli olan diğer cemaat ve tarikatlar daha da güçleniyorlar ve devlet yönetiminde kadrolaşıyorlar. Bir oldubitti ile 97 yıllık parlamenter sistem ve meclis kendini adeta fes ederek milletin egemenliği bir kişiye devretmiş bulunuyor. Emperyalizm dünyayı yeniden dizayn etmeye devam ediyor. Ulus devletler etnik ve mezhepsel temellere göre küçük devletçiklere dönüştürülüyor. Liberaller, dinciler, şoven ve liberal solcular küreselciliğe daha sıkı sarılıyorlar. Evrensellik söylemleri ile küreselleşme kaçınılmaz kader gibi gösteriliyor. Kurtuluş olamayacağına göre düzenin nimetlerinden yararlanma hastalığı salgın halinde yayılmaya devam ediyor. Bazıları daha da ileri giderek iktidardan koltuk kapma yarışına kapılarak emek mücadelesinden kopma söyle dursun, karşı devrimcilere, faşizme destek vermekten imtina etmiyorlar. Okullarda gerici uygulamalara karşı koyma cesaretini yitirip hatta ortak olmaktan çekinmiyorlar.
‘UMUDUMUZU YİTİRMEDİK Bizler hep; ”Kim ki işçileri, emekçileri etnik kökenlerine ve inançlarına göre böler parçalarsa, karşı devrimcidir.” sözüne inandık. Korkmak en doğal insani duygu olsa da deve kuşları gibi kafamızı toprağa gömüp düzenin nimetlerinden yararlanırken birilerinin mücadele vermesini zor günlerin geçmesini bekleme uyanıklığı yapmak devrimci ahlaka yakışmıyor. Suriye örneğinden ders de alamıyoruz. Emek, sınıf ve vatan mücadelesinden kaçanların servetleri ve hayallerinin Ege Denizi’ne gömüldüğünü, çocuklarının ise sahillerimizde insanlık dramına dönüştüğünü görmezden geliyoruz. Zor bir süreçten geçtiğimiz doğrudur. Zorlanıyoruz, korkuyoruz, acılar çekiyoruz. Bundan doğal ne olabilir ki. Tarihte hangi mücadele kolay olmuştur ki? Nasıl demirin sertleşmesi için dövülmeye, nasıl çeliğin sertleşmesi için yanmaya ihtiyacı varsa aydınlık yarınlar için güçlü ve sabırlı bir devrimci mücadeleye ihtiyaç vardır. Aydın olmak, çok okumak, güzel konuşmak, hele hele sosyal medya kahramanlığıyla olmuyor. “Aydın olmak yurt sorunlarını kendisine dert edinip çözüm yolları aramaktır.” Eğitim İş olarak durduğumuz yer ve sendikal bakış açımızın doğrulu yaşanan son süreçle kanıtlandı. Dünün etnik milliyetçileri, “yetmez ama evetçileri” bugün Atatürk söylemlerine sarılmak zorunda kaldı. Bizler emek ve sınıf mücadelesine inanan insanlarız. Sömürüsüz bir dünya hayalini kurarken amacımız bir üst sınıfa atlama olamaz. Bizler sömürüsüz bir toplum yaratmak, emeğimizin karşılığını tam olarak alabilmek için mücadele ediyoruz. Umudumuzu yitirmedik hayallerimizi unutmadık. Yaşadığımız süreç zor olabilir ama gerçekte zor bir sürecin tarifi şöyledir: “…millet yorgun ve fakir bir durumda. Milleti ve memleketi I. Dünya Savaşı'na sürükleyenler, kendi hayatlarını kurtarma kaygısına düşerek memleketten kaçmışlar. Saltanat ve hilâfet makamında oturan Vahdettin soysuzlaşmış, şahsını ve bir de tahtını koruyabileceğini hayal ettiği alçakça tedbirler araştırmakta. Damat Ferit Paşa 'nın başkanlığındaki hükümet aciz, haysiyetsiz ve korkak.” Bu zor durumda hakkında verilen idam fermanına aldırmadan, ömrünü verdiği rütbelerini söküp atabilen Mustafa Kemal nasıl başardı ise bizde başarmak zorundayız. Unutmayalım ki “Özgürlük ve başarı bunları savunma cesareti olanların hakkıdır.” Hayat hiçbir zaman itaat edenlerin olmamıştır, daima direnenler kazanmıştır. Bu dönem farklılıklarımızı unutup kaygılarımızı hatırlama zamanıdır. Bu yoldan dönenleri de, korkmadan mücadele edenleri de tarih yazacaktır. Bu günlerden geriye, bir yarına gidenler kalacak bir de yarınlar için direnenler kalacak. Yarınlarda çocuklarımıza bırakabileceğimiz en büyük miras bu mücadele olacaktır. Korkmak insani bir duygudur ama bazen anlamsızlaşır. Biz yüzyıllardır yana yana kül olmuş bir halkız şimdi ateşten korkma zamanı değil. “Sınıf bilinciyle emeğimize / Ulus bilinciyle vatanımıza / Yurttaş bilinciyle Cumhuriyetimize “ her ne pahasına olursa olsun sahip çıkmaya devam edeceğiz. Unutmayalım, Öğretmen yalvarmaz, / Öğretmen boyun eğmez, Öğretmen el açmaz, / Öğretmen ders verir.” “Ya bir yol bulacağız ya da yeni bir yol yapacağız.” |
688 kez okundu |
Yorumlar |
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |