• https://www.facebook.com/bsgmedya@hotmail.com
  • https://www.twitter.com/bsgmedya@hotmail.com

NÖBETÇİ ECZANELER
ULUSAL GAZETELER

CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Selin Sayek Böke, Birgün'e "Diktatörlük mü demokrasi mi? Yoksulluk düzeni mi refah mı?" başlıklı bir yazı yazdı

TÜRKİYE YOL AYRIMINDA!


7 Ocak 2017
CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Selin Sayek Böke, Birgün'e "Diktatörlük mü demokrasi mi? Yoksulluk düzeni mi refah mı?" başlıklı bir yazı yazdı.

AKP-MHP işbirliğiyle Meclis Genel Kurulu'na getirilen anayasa değişikliği teklifinin Türkiye'yi bir yol ayrımına getirdiğini yazan Böke, Bu teklif demokrasiyi ortadan kaldıran, Türkiye’ye otoriterliği getiren bir rejim değişikliğidir" diye yazdı.


İşte
CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Selin Sayek Böke’nin yazısı:

DİKTATÖRLÜK MÜ DEMOKRASİ Mİ?
YOKSULLUK DÜZENİ Mİ REFAH MI?

 TBMM Anayasa Komisyonu’ndan zorla/zorbalıkla geçirilmiş, TBMM’yi, demokrasiyi ve bildiğimiz anlamdaki Cumhuriyeti ortadan kaldıracak bir teklifin Genel Kurul’a getirilmesine sayılı günler kaldı. Başından beri ve ısrarla şunu söylüyoruz: Bu teklif demokrasiyi ortadan kaldıran, Türkiye’ye otoriterliği getiren bir rejim değişikliğidir.

Anayasalar toplumsal sözleşmelerdir.
Bu sözleşmeler toplumun mutabakatıyla yapıldığında ancak toplumsal sözleşmelere dönüşürler. Toplumsal mutabakat inşa etmek için değil, kendi dediğini dayatmak adına işletilen süreçler daha doğmadan toplumsal sözleşmeyi öldürür. Bu şekilde yapılmayan anayasalar ülkeye mutluluk, huzur, barış getirmez. Refah, zenginlik ve özgürlük hiç getirmez. Aksine böyle anayasalar ülkelere felaket getirir.

Farkındayız, iktidarın çok acelesi var.
Fazla konuşulmasın, tartışılmasın istiyor. Çünkü onlar da biliyor ki, bu “Cumhuriyeti ve demokrasiyi ortadan kaldıracak mıyız, kaldırmayacak mıyız” tartışması… O zaman açıkça ortaya koymak gerekiyor: Bu teklif Cumhurbaşkanı’na TBMM’ni fesih hakkı veriyor. Cumhurbaşkanı ve Meclis seçimlerini aynı anda yaparak, yasamanın iradesini yürütmeye tabi kılıyor. Cumhurbaşkanı’nı parti genel başkanı yaparak, Cumhurbaşkanı’nın yasamayı eline almasının önünü açıyor. Yasamanın yürütmeyi denetleme mekanizmalarının tamamını ortadan kaldırıyor. Meclisin yasama yetkisini fiilen gasp ederek, Cumhurbaşkanı kararnamesi üzerinden yasama yetkisini de Saray’a transfer ediyor. Yani özetle, 23 Nisan 1920’nin yarattığı Meclisi fiilen ortadan kaldırıyor! Bu teklif, Cumhurbaşkanı’nın herkese dokunabileceği, ama kimsenin Cumhurbaşkanı’na dokunamayacağı bir sistem kuruyor. Yani bu teklif Türkiye’nin uğruna nice bedeller ödeyerek yazdığı demokrasi hikayesini yok etme ve Türkiye’de otoriter bir rejim, bir diktatörlük kurma teklifidir.


Bu teklif Türkiye’yi bir yol ayrımına getiriyor: demokrasi mi diktatörlük mü? Özgürlükler mi baskı mı? Refah mı fakirlik mi? Demokrasi ve diktatörlük arasında yapılacak tercih sadece bir rejim tercihi de olmayacak. Demokrasi ve diktatörlük arasında yapılacak tercih, yaşama dair her şeye ilişkin bir tercih olacak.

Dünyada bununla ilgili koskoca bir külliyat var. Onlarca deneyim, yaşanmışlık var. Hepsi birden, Meclis’teki teklifin hayata geçmesi halinde Türkiye’nin ne yaşayacağını da gösteriyor. Bu örnekler ve ülke deneyimleri bilinmesine rağmen, yokmuş gibi davranmak, bile bile lades anlamına geliyor. Bakın bu ülke deneyimleri bize ne söylüyor: Diktatörlükler demokrasilerden çok daha fakirler. 1991-2015 yılları arasında yıllık ortalama kişi başına gelire bakarsak eğer diktatörlüklerde 4700 dolar olan gelir düzeyi demokrasilerde ortalama 35 bin dolar. Demokrasilerde gelir diktatörlüklerden neredeyse 7 kat daha fazla demek bu.

Türkiye’nin bugünkü ortalama kişi başına geliri 11,300 dolar. (TÜİK’in henüz tam anlaşılamayan milli gelir revizyonundan sonra ortaya çıkan rakam) Türkiye’de kişi başına gelir 2013’den beri düşüş gösteriyor. 2013’de 12 bin 480 dolar iken bugün 11 bin dolara düştüğünü görüyoruz. 2013, Türkiye’de fiili başkanlığa geçişin yılıdır. Yani uzağa bakmaya gerek yok, yakın tarihimize bakarsak bu rejim değişikliği ile neler yaşayabileceğimizi görürüz.

 

 

Türkiye bir yol ayrımında.
Ya demokrasiyi güçlendirecek ve hep beraber zenginleşeceğiz, kalkınacağız. Ya da bu teklifle kurulacak diktatörlükle hep beraber fakirleşeceğiz. Diktatörlükle sadece gelirimiz düşmeyecek, gelirimizin büyümesi de azalacak. Uluslararası deneyim otoriter rejimlerin büyümelerinin parlamenter sistemlere kıyasla yüzde 0,6 ile 1,2 puan arasında daha düşük olduğunu gösteriyor. Büyüme az olunca doğal olarak işsizlik de çok oluyor.

DİKTATÖRLÜKLERDE
İŞSİZLİK YÜKSEK!

Diktatörlüklerde işsizlik oranları çok daha yüksek. Yine 1991-2015 yılları arasında otoriter rejimlerde yıllık ortalama işsizlik oranı yüzde 9,9. Oysa demokrasilerde bu oran yüzde 7. Türkiye’de bugün işsizlik oranı yüzde 11,3. 2013 Ocak ayında bu oran yüzde 8,7 iken bugün yüzde 11’i aştı. Yani uzağa bakmaya gerek yok, yakın tarihimize bakarsak demokrasiden uzaklaşmanın istihdam için, emek için ne anlama geldiğini görürüz. Diktatörlüklerde insan hayatı ucuz ama hayat çok pahalı. Yine 1991-2015 arasında otoriter rejimlerde yıllık ortalama enflasyon yüzde 57. Oysa aynı dönemde demokrasilerde enflasyon sadece yüzde 3. Fark neredeyse 20 kat.


ADALET YOK!

Diktatörlüklerde adalet yok. Yoksul daha da yoksul, zengin daha da zengin. Gelir adaletsizliği büyüyor. Uluslararası deneyimler otoriter rejimlerde gelir eşitsizliğinin parlamenter sisteme kıyasla yüzde 16-20 puan arasında daha yüksek olduğunu gösteriyor. Yani bugün 1404 TL vererek bir kez daha açlığa mahkûm edilen 6,5 milyon asgari ücretlinin yanına milyonlar eklenecek. Bu milyonlar evini ısıtamayacak, sofrasına haftada bir dahi et koyamayacak.

Diktatörlüklerden en büyük zararı emekçiler görür. Demokratik mekanizmaların ortadan kaldırılması, her şeyden önce emek örgütlenmesini ve emeğin haklarını baskılayarak, bölüşüm ilişkilerinin emekçi sınıflar aleyhine düzenlenmesine neden olur. Bir başka deyişle, diktatörlük, gelir adaletini gözetmeyen katı piyasacı politikaların dayatılmasının aracıdır. Neoliberal politikaların; Türkiye’de ve Türkiye’ye benzeyen birçok ülkede askeri ve sivil diktatörlükler tarafından en kaba şekliyle uygulanması kuşkusuz tesadüf değildir.

Kısacası, Türkiye bir yol ayrımında.
Ya bu teklifi bugün bertaraf eder, demokrasimizi güçlendirmek için gerekli adımları atar, gelir adaletini sağlar, milyonları açlık sınırından kurtarıp insan onuruna yakışır bir hayatın içine çekeriz. Ya da Türkiye’de milyonlar için hayat her gün daha da zindan olur.

Ekonomik özgürlük ölçüsü 100 üzerinden değerlendirilen bir endeks. Endeksin değeri ne kadar yüksekse ekonomik özgürlükler o kadar çok demek. Ekonomik özgürlük ölçüsü farklı temel alanları kapsıyor. Bunlardan biri hukukun üstünlüğü. Diğer alan ekonominin kurallar bütünü. Özetle, emeğin, mülkiyetin ve iş dünyasının hukuk çerçevesinde, önceden belirlenmiş ve herkese eşit uygulanan kurallara tabi olup olmadığını ölçüyor. Diktatörlüklerde bireyin emeğini özgürce kullanma hakkı, demokrasilere kıyasla çok daha sınırlı.

Emeği sınırlamak demek, kölelik demek.

 

 

İşte bu teklif tüm bu alanlarda Türkiye’yi bir yol ayrımına getiriyor. Bu teklif Türkiye’yi, kimsenin can, mal ve hukuki güvenliğinin olmadığı bir ülkeye dönüştürme teklifi. Bu teklifle bu ülkenin 80 milyonuna, hepimizin ortak geleceğine, zenginlik değil yoksulluk, öngörülebilirlik yerine istikrarsızlık, istihdam yerine işsizlik ve umutsuzluk, insan onuruyla emek değil kölelik, rahat bir geçim yerine hayat pahalılığı, şeffaflık yerine kuralsızlık, özgürlük yerine baskı dayatıyorlar.

İşte birkaç hafta sonra Genel Kurul’da oylaması yapılacak olan teklif bu dayatmadır. O halde, bizim de Türkiye’nin topyekûn bir mücadeleyle, devrimle kurduğu Cumhuriyetini, el kaldırıp indirerek yok edeceğini sananlara, bir hatırlatma yapmak boynumuzun borcu olsun. Karşınızda, tercihi kalkınmadan, özgürlükten, umuttan yana olan, Türkiye Cumhuriyeti’ne, Türkiye demokrasisine canla başla sahip çıkacak olan milyonları; karşınızda bizi bulacaksınız. (Gerçek Gündem/Birgün)



273 kez okundu

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın

BİR KİTAP

İÇİŞLERİ BAKANLIĞI