Eğitim Sen Çorum Şube Yürütöe Kurulu'ndan 2019-2020 Eğitim-Öğretim Yılı’na ilişkin bir açıklama yapıldı
07 Eylül 2019 Eğitim Sen Çorum Şubesi tarafından 2019-2020 Eğitim-Öğretim Yılı’na ilişkin bir açıklama yapıldı. Yürütme Kurulu Adına Eğitim Sen Şube Başkanı Mustafa Gül, 9 Eylül Pazartesi günü başlayacaktır. Resmi ve özel öğretim kurumlarında görev yapan 1 milyonu aşkın öğretmen ve 18 milyona yakın öğrenci her yıl olduğu gibi bu yıl da çok sayıda sorun eşliğinde yeni eğitim öğretim yılına adım atacaklar. Eğitimin niteliğinde yıllar içinde yaşanan gerileme, eğitimde yaşanan ticarileşme ve dinselleşme uygulamaları, okulların fiziki altyapı ve donanım eksiklikleri, kalabalık sınıflar, ikili öğretim, taşımalı eğitim, çocukların dini cemaat ve vakıfların kreşlerine ve yurtlarına yönlendirilmesi, öğretmenlerin mesleki gelişimine yönelik piyasacı müdahaleler, çocukların barınmak zorunda bırakıldıkları yurtlarda taciz ve istismara uğraması, mülakata dayalı sözleşmeli öğretmenlik ve ücretli öğretmenlik uygulamasının sürmesi, ataması yapılmayan öğretmenler sorunu ve bunun gibi çok sayıda sorun eğitim sisteminin belli başlı sorunları olarak dikkat çekmektedir” dedi . Türkiye’de son bir yıl içinde belirginleşen ekonomik kriz ve yüksek enflasyon nedeniyle halkın satın alım gücünün düşmesi nedeniyle 2019-2020 eğitim-öğretim yılında öğrenci velilerinin yapacakları eğitim harcamalarının belirgin bir şekilde arttığının altını çizen Mustafa Gül, “Her geçen yıl istikrarlı bir şekilde artan eğitim harcamaları, giderek bozulan gelir dağılımıyla birlikte öğrenci velilerinin bütçesini ciddi anlamda zorlar hale gelmiştir. Herkese eşit ve parasız eğitim ilkesi ve kamusal eğitim anlayışı terk edilerek benimsenen piyasacı eğitim politikaları, eğitim hizmetinin bedelinin hizmetten yararlananlar tarafından ödenmesini, öğrenci ve velilerin ‘müşteri’ haline getirilmesini hedefleyerek toplumdaki sınıf farklılıklarını daha da belirgin hale getirmektedir. MEB eliyle ve bir devlet politikası olarak açık ilkokul/ortaöğretim uygulamaları yaygınlaştırılmıştır. Sadece son beş yılda açık öğretime giden öğrenci sayısı yüzde 65 artarak 1,5 milyonun üzerine çıkmıştır. Çocuklarımız eğitim hakkından eşit koşullarda yararlanamamakta, çocuk yaşta evlilikleri önlemeye yönelik adımlar atılmamaktadır. Yoksul, emekçi ailelerin çocukları başta olmak üzere, kız çocukları, kırsal kesimde yaşayan çocuklar; eğitim hakkından eşit koşullarda ve parasız olarak yararlanamamaktadır. Çocukların eğitim hakkından eşit koşullarda yararlanması için hiçbir somut adım atılmazken, ‘çocuk işçiliği’ sorununun sürmesi, okullarda, cemaat yurtlarında ve kurslarda çocuklara yönelik cinsel istismar ve şiddetin artışı eğitim sisteminde yaşanan sorunlardan ayrı değildir. Türkiye’de çeşitli nedenlerle eğitime erişimde, kız çocukları, mülteci çocuklar, anadili Türkçe olmayan çocuklar, engelli çocuklar ve geçici koruma altındaki çocukların dezavantajları günden güne artarak devam etmektedir
Cinsiyetçi ve cins ayrımcı uygulamalar okullarda etkili şekilde üretilmeye devam etmekte, geleneksel cinsiyet rolleri aile, okul, hukuk, ahlak, din ve medya tarafından sistemli bir şekilde çocuklara aktarılmaya çalışılmaktadır. Bu durum ülkemizde giderek artan ‘kadına yönelik şiddetin’ en temel nedenlerinden birisidir” açıklamalarında bulundu.
Her geçen yıl istikrarlı bir şekilde artan eğitim harcamaları, giderek bozulan gelir dağılımıyla birlikte öğrenci velilerinin bütçesini ciddi anlamda zorlar hale gelmiştir. Bir yılı aşkın süredir etkisini hissettiren ekonomik krizin de etkisiyle zorunlu okul ihtiyaçlarında son bir yıl içinde yüzde 15 ile yüzde 35 arasında artış meydana gelmiş, bu durum velilerin ekonomisini olumsuz etkilemeye başlamıştır.
Türkiye’de eğitime yapılan harcama oranı OECD ortalamasının yarısından az olup, Türkiye OECD ülkeleri arasında Meksika’dan sonra eğitime en az harcamanın yapıldığı ülke olmayı sürdürmektedir. OECD’nin Bir Bakışta Eğitim 2018 Raporu’nda yer alan kademelere göre ülkelerin öğrenci başına yaptıkları harcamalar, Türkiye’nin ‘eğitime en çok payı ayırıyoruz’ söyleminin bir propaganda olmaktan öteye gitmediğini göstermektedir. Türkiye ile diğer OECD ülkeleri arasında kademeler bazında yapılan harcamalara yönelik farklılıklar azalmak bir yana giderek artmaktadır.
MEB, eğitimin gittikçe daralan kamusal niteliğini tamamen ortadan kaldırmaya çalışırken, öğrenci ve velileri açıkça özel okullara yönlendirme politikasını ‘özel öğrenim teşviki’ gibi uygulamalar üzerinden sürdürmektedir. Gerek okul sayısı gerekse öğrenci sayısı açısından baktığımızda 4+4+4 ile birlikte kamusal eğitimin adım adım terk edilerek, özel öğretimin desteklenmesi ve teşvik edilmesinin açık bir devlet politikası haline geldiği görülmektedir
Özel okullara destekten kademeli olarak vazgeçileceği bizzat Milli Eğitim Bakanı tarafından açıklanmasına karşın, MEB bütçesinden yüzlerce milyon lira yine özel öğretime destek adı altında aktarılmıştır.
Kamu kaynaklarının devlet okulları için kullanılması yerine özel okullara teşvik adı altında aktarılması, eğitimde yaşanan eşitsizlikleri ve okullar arasındaki nitelik farklarını daha da derinleştiren bir işlev görmektedir. Kamu okullarına, yurtlarına ayrılmayan eğitim bütçe kaynaklarının eğitim yatırımları yerine özel okullara çeşitli adlar altında transfer edilmesi ülkenin tüm yurttaşlarının vergilerinin, emeğinin kamu yararına aykırı bir şeklide kullanılması anlamına gelmektedir.
27 Haziran 2019 tarihli torba yasa düzenlemesi ile OSB’lere mesleki eğitim merkezleri açma hakkı tanınmış, 5580 Sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanunu’nda yapılan değişiklikle mesleki eğitim merkezleri özel öğretim kurumu statüsüne alınmıştır. OSB yönetimleri tarafından açılacak olan mesleki eğitim merkezleri özel öğretim kurumu sayılacağından, devlet desteği almalarının da önü açılmaktadır. OSB yönetimlerine mesleki eğitim merkezi açma hakkının tanınması ile çocuk emeği sömürüsü, ‘mesleki eğitim’ adı altında yasal hale getirilmiştir Yüzbinlerce öğrenci 4 gün organize sanayi bölgelerinde çalıştırılıp, yalnızca 1 gün okulda eğitim görebilecektir. Ancak son yayınlanan yönetmelik ile haftada 1 gün okulda görülecek eğitimin akşam veya hafta sonu da olabileceğinin belirtilmesi, öğrencilerin tamamen sermayenin insafına bırakılmak istendiğini göstermektedir.
MEB uzun süredir eğitimin dinselleştirilmesi hedefiyle Diyanet İşleri Başkanlığı başta olmak üzere, çeşitli dini vakıf ve derneklerle ortak protokoller imzalanmakta, yerellerde il ve ilçe milli eğitim müdürlüklerinin katılımıyla çeşitli adlar altında toplantılar yapılmaktadır. Bugüne kadar MEB ile dini vakıf ve dernekler arasında imzalanan protokoller aracılığıyla çok sayıda okul, dini vakıf ve derneklerin temel faaliyet alanları haline gelmiş ya da getirilmiştir. Din Öğretimi Genel Müdürlüğü, MEB’e bağlı bir genel müdürlük olmasına rağmen bakanlıktan büyük ölçüde bağımsız, hatta kimi politika ve uygulamalarıyla MEB’in de üzerinde bir kurum gibi davranmaya başlamıştır. Kuruluş amacı yasayla açıkça belirlenmiş olmasına rağmen imam hatip liseleri bugün artık genel bir lise türüne dönüşme yolunda adım adım ilerlemektedir.
MEB’in imam hatip ve meslek liseleri merkezli olarak şekillendirdiği ortaöğretim okullaşma politikası, yıllardır öğrencilerin çoğunluğunun bu okullara yönlendirmeyi hedeflemiş ancak sonuç tam tersi olmuştur. 2019 Liseye Geçiş Sınavı (LGS) sonucunda birçok ilde Anadolu liseleri kapasitesinin iki katı öğrenci kabul ederken, başta imam hatip liseleri olmak üzere, bazı liselerin kontenjanları bu yıl da büyük ölçüde boş kalmıştır. MEB’in plansızlığı nedeniyle pek çok okulda ikili eğitime geçilmesi kontenjanların artması ve yerleştirme sorunlarının kısmen çözülmesiyle sonuçlansa da, bu durumun çeşitli altyapı sorunları ortaya çıkarması ve bu okullardaki eğitimin niteliğini ciddi anlamda olumsuz etkilemesi kaçınılmazdır.
Öğrencilerin ilgi, yetenek, gereksinim ve tercihlerini dikkate almayan, okullaşma politikasını ve buna bağlı olarak kontenjanları bunlara göre oluşturmayan MEB’in yanlış politikaları nedeniyle öğrencilerin istediği okul türünde ve okulda eğitim alma hakkı açıkça ihlal edilmiştir.
Proje okulları zaman içerisinde sadece iktidarın politik olarak kadrolaştığı kurumlar olmanın ötesine geçerek eğitimin piyasalaşmasının yoğun yaşandığı kurumlara dönüşmüştür. Diğer okul türlerinde olduğu gibi, proje okulu uygulamasının kadrolaşma ve piyasalaşma dışında öğrenciler ve öğretmenler açısından olumlu bir sonuç üretmediği açıktır. Bu nedenle MEB proje okulları başta olmak üzere, ortaöğretimde okul türü anarşisine son vermelidir.
Eğitim emekçilerinin gerek çalışma gerekse yaşama koşulları açısından her geçen yıl, bir önceki yılı mumla aramaktadır. Öğretmenlerin, hizmetli ve memurların aldıkları maaşlar, yapılan işin önemi ve niteliği açısından bakıldığında, insanca yaşam seviyesinin yanına bile yaklaşamamaktadır. Maaşlardaki erime ve satın alım gücümüzdeki azalmaya rağmen 5. dönem toplu sözleşme görüşmelerinde 2020 için yüzde 4+4, 2021 için yüzde 3+3 maaş artışı yapılmıştır. İnsanca yaşam talebimizden son derece uzak olan böylesine düşük zam oranları ile ne geçinmek, ne de mesleğimizi sağlıklı bir şekilde icra etmek mümkündür. OECD verilerine göre Türkiye’de eğitim emekçileri çok çalışmakta, ancak emeğinin karşılığını alamamaktadır. Öğretmenlerimiz gerek çalışırken, gerekse emekli olduklarında ciddi anlamda geçim sıkıntısı yaşamaktadır.
Sözleşmeli öğretmenlik uygulamasıyla birlikte eğitimde güvencesiz istihdama kapı aralanması sağlanmıştır. Sayıları yüz bini aşan sözleşmeli öğretmenlerin mazerete dayalı tayin hakkı sorunu sürerken, 3 yıl +1 yıl sözleşmeli istihdam düzenlemesinin var olan sorunlara çözüm olması mümkün değildir. Öğretmenler arasında kadrolu, sözleşmeli ya da ücretli öğretmen ayrımı yapılması doğru değildir. Kamu hizmetlerinin sürekliliği, düzenliliği ve halka daha nitelikli olarak sunulması için eğitimde her türlü güvencesiz istihdam uygulamasından derhal vazgeçilmeli, ataması yapılmayan öğretmenler sorunu kalıcı olarak çözülerek herkese kadrolu ve güvenceli istihdam sağlanmalıdır.
Öğretmenlik Meslek Kanunu hazırlıklarını MEB öğretmenler yerine farklı kesimlerle sürdürmeyi tercih etmektedir. Bundan dolayı da üzerine hiç vazife olmayan kesimler öğretmenlik meslek kanunu taslağı hazırlamakta ancak MEB’in gerçek hazırlığı bir türlü konunun tarafları ile paylaşmamaktadır. Bu anlamda biz öğretmenlerin şu an acil ihtiyacı bir meslek kanunu değil öğretmenlerin statüsünü güçlendirilmesidir.
Eğitim, öğretim ve bilim hizmet alanında görev yapan, memur ve yardımcı hizmetler sınıfında çalışan arkadaşlarımız eğitimin görünmez kahramanlarıdır. Onların emeği ve alın teri olmaksızın okullarımızın, eğitim kurumlarının nitelikli kamu hizmeti üretmesi mümkün değildir. Yardımcı hizmetlilere normal görevlerinin dışında görevler verilmekte, hatta yöneticilerin özel işlerini yapmaları istenmektedir. Bunun karşılığında ücret, yevmiye, yolluk, yiyecek ve giyecek yardımı yapılmamakta ve fazla mesai ücreti ödenmemektedir. Hizmetli, memur ve teknisyenlerin özel hizmet tazminat oranları arttırılmalı, ek gösterge verilmeli, lisans ve ön lisans mezunu memurların unvan aranmaksızın 1. dereceye kadar yükselebilmeleri sağlanmalıdır. Hizmetli ve memurların, hafta içi ve hafta sonu mesai harici çalışmalarında ve belirlenen alanları dışında yapacağı işler için ek ücret ödenmelidir. Her eğitim öğretim yılı başında öğretmenlere ödenen ‘eğitime hazırlık ödeneği’, eğitim işkolunda çalışan diğer eğitim emekçilerine de ödenmelidir. Fakülte ve yüksekokul bitiren, ayrıca bilgisayar bilenler, sınavsız olarak görevde yükselebilmelidir.
Anayasada açıkça belirtilmesine rağmen, son yıllarda tüm kamu kurumlarında olduğu gibi, eğitim alanında çeşitli adlar altında gündeme getirilen ‘angarya çalışma’ uygulamaları özellikle sendikalı ya da sendikasız tüm eğitim emekçilerinin olumsuz etkilediğinden eğitim emekçilerinin angarya niteliğindeki işleri azaltılarak, asli görevlerini daha rahat yapabilmeleri için gerekli adımlar atılmalıdır.
Eğitim sisteminde yıllardır yaşanan ve katlanarak artan sorunlar 2019/20 eğitim öğretim yılı başlarken bütün ağırlığıyla kendisini hissettirmektedir. Eğitim alanında bugüne kadar ortaya konulan pratik, MEB’in eğitimin yapısal sorunlarına yönelik somut ve çözüme dayalı politikalar geliştirmekten çok uzak olduğunu göstermektedir.
Her geçen gün daha fazla piyasa ilişkileri içine çekilen, okulöncesinden üniversiteye kadar bilimin ve bilimsel eğitimin dışlanmaya çalışıldığı eğitim sisteminde eğitim ve bilim emekçilerinin, öğrenci ve velilerle birlikte kamusal, bilimsel, demokratik, laik ve anadilinde eğitim hakkı için mücadelemizi 2019/2020 eğitim öğretim yılında da kararlılıkla sürdüreceğimiz bilinmelidir.’ /BSGMEDYA
|
Yorumlar |
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |