• https://www.facebook.com/bsgmedya@hotmail.com
  • https://www.twitter.com/bsgmedya@hotmail.com

NÖBETÇİ ECZANELER
ULUSAL GAZETELER

Akademisyen-Yazar Suay Karaman, ADD Çorum Şubesi'nde 'Mumcu'dan Günümüze' konulu bir konferans verdi

‘YURTSEVERLER GÜÇLERİNİ
BİRLEŞTİREREK ÖRGÜTLENMELİ’

 


30 Ocak 2019
Hacı Bayram Veli Üniversitesi Öğretim Üyesi, Akademisyen-Yazar  Suay Karaman, yaşadığımız bu sıkıntılı günlerde Uğur Mumcu’yu anmak, Kemalist ilke ve devrimlere sahip çıkmak, tam bağımsızlığa sarılıp, emperyalizme karşı direnmek olduğuna dikkat çekerken, 'Aydınlanma karşıtı hareketlere isyan etmektir, başkaldırmaktır. Demokratik, laik, sosyal bir hukuk devletine sahip çıkmaktır. Atatürk Türkiye’sini ve ulusal bütünlüğümüzü korumaktır. Ulus devlete ve ulusal kimliğe sıkı sıkıya sarılmaktır. Özelleştirmeye karşı çıkmak, toprak reformunu savunmaktır.’ dedi.

Atatürkçü Düşünce Derneği Çorum Şubesi’nce Araştırmacı-Gazeteci Uğur Mumcu’nun katledilmesinin 26.yıldönümü nedeniyle bir anma programı düzenlendi.

ADD Çorum Şube Başkanı Uğur Demirer’in açış konuşması ile başlayan programda Hacı Bayram Veli Üniversitesi Öğretim Üyesi Akademisyen-Yazar Suay Karaman, ‘Halkın Uyanışı Durdurulamaz Mumcu’dan Günümüzden’ konulu bir konferans verdi.

 


ÇOK SAYIDA STK TEMSİLCİSİ KATILDI

Konferansa CHP Çorum İl Başkanı Hasan Eray Tüfekçi, CHP Merkez İlçe Başkanı İsmail Kalender, CHP Alaca Belediye Başkan Adayı Sedat Genç, EMEK Partisi İl Başkanı Cafer Gökmen, Eğitim Sen Şube Başkanı Mustafa Gül, Çorum Hukukçular Derneği Başkanı Av.Ahmet Özdel, Genel Sağlık İş İl Temsilcisi Yalçın Çiftçi, CHP İl Genel Meclisi Üyesi Rıdvan Samsunlu, CHP İl Kadın Kolları Başkanı Gülhan Eke ile çeşitli STK Temsilcisi ile davetliler katıldı.

Konuşmasına; ‘24 ile 31 Ocak arası, Adalet ve Demokrasi Haftası olarak adlandırılmakta ve çeşitli etkinlikler düzenlenerek, başta Uğur Mumcu ve Muammer Aksoy olmak üzere yitirdiğimiz tüm yurtsever aydınlarımız anılmaktadır. Bu yıl 26. Adalet ve Demokrasi Haftası’nda yitirdiğimiz tüm yurtsever aydınlarımızın önünde saygıyla eğiliyorum. Yitirdiğimiz tüm değerlerimiz uyudukları yerlerden bizleri aydınlatmaya devam ediyorlar.’ diyerek başlayan Akademisyen_Yazar Suay Karaman; ‘Uğur Mumcu'yu ve öldürülen tüm yurtsever aydınlarımızı anmanın ötesinde anlamak için, uğruna canlarını verdikleri değerler adına mücadeleyi daha da ileri götürmek zorundayız.’ dedi.

Uğur Mumcu'yu ve öldürülen tüm yurtsever aydınlarımızı anmanın ötesinde anlamak için, uğruna canlarını verdikleri değerler adına mücadeleyi daha da ileri götürmek zorunda olduğumuzu anlatan Akademisyen_Yazar Suay Karaman; ‘Düşmanımız ABD’yi, AB’yi ve düşmanımız emperyalizmi göremeyenler, görmek istemeyenler, ihanete ortak olanlardır. Ülkemize yeniden Sevr’i dayatan emperyalizmi anlamadan bu cinayetleri çözmek olanaksızdır.’ diye konuştu.

Emperyalizmin, bugüne kadar hiçbir ülkeye barış, demokrasi, özgürlük götürmediğini anlatan Akademisyen_Yazar Suay Karaman; konuşmasını şöyle sürdürdü:

‘1990’lı yıllarda işlenen siyasi cinayetler, yurtseverler niçin öldürülüyor sorusunu aklımıza getirmektedir. 

Bu yurtsever insanlarımız, Kemalist ilke ve devrimleri savundukları için, Türkiye’nin bütünlüğüne sahip çıktıkları için, emperyalizm karşıtı ve tam bağımsız Türkiye’den yana oldukları için öldürüldüler. Bu değerli insanlarımız ülkelerindeki yaşam kalitesinin daha iyi olması için çalışan, daha iyi bir eğitim, sağlık, sosyal güvenlik ve mutlu bir gelecek için gayret eden, Atatürk’ün gösterdiği hedefe ulaşmak için mücadele eden vatan evlatlarıydı. Anıları önünde saygıyla eğiliyoruz.

 


Muammer Aksoy, 31 Ocak 1990 Çarşamba günü evinin önünde kurşunlanarak öldürüldü. Çetin Emeç, 7 Mart 1990 Çarşamba günü işine gitmek üzere evinden çıktığı sırada öldürüldü. Yayınladığı kitaplarında dindeki bağnazlıkları sorgulayan Turan Dursun, 4 Eylül 1990 Salı günü faili meçhul bir suikastla öldürüldü.

Bahriye Üçok, 6 Ekim 1990 Cumartesi günü evine gönderilen bir kargo paketinin patlamasıyla hayatını kaybetti.
Uğur Mumcu, 24 Ocak 1993 Pazar günü, evinin önünde düzenlenen bir bombalı saldırı sonucu öldürüldü. ABD, çekiç güç ve terör örgütü ilişkilerini ortaya çıkaran Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Eşref Bitlis, 17 Şubat 1993 tarihinde uçağı düşürülerek öldürüldü.
Onat Kutlar, 11 Ocak 1995 Çarşamba günü bombalı bir saldırı sonucunda öldürüldü. Ahmet Taner Kışlalı, 21 Ekim 1999 Perşembe günü, evinin önünde uğradığı bombalı saldırı sonucu hayatını kaybetti.

 

300 yıldır dünyayı sömüren emperyalizme karşı ilk kez zafer kazanıp, aydınlanma savaşı veren genç Türkiye Cumhuriyeti, Atatürk’ün hedeflerine doğru ilerleme kararlılığındaydı. Ancak verilen aydınlanma savaşı, dünyayı sömüren ülkelerin çıkarlarına ters düşüyordu. Emperyalist güçler, içten ve dıştan yaptığı oyunlarla, ülkemizi sömürmek ve parçalamak için ortaya koyduğu senaryoların arasına, öldürülen yurtsever insanların katillerini de koymuştu. Bugün yaşadığımız olaylardan geriye doğru baktığımızda, ülkemiz üzerinde sahnelenen bütün kirli oyunlarda ve yurtsever insanlarımızın öldürülmelerinin arkasında hep emperyalizmin olduğunu, bütün açıklığıyla görmekteyiz.

Ölümünün üzerinden yirmi altı yıl geçmesine karşılık, yoğun bir özlem, sevgi ve kitlesel törenlerle anılan Uğur Mumcu, ilke ve değerleri için yaşayan tartışmasız bir Kalpaksız Kuvayı Milliyeciydi. Kuvayı Milliye’nin en yiğit paşalarından olan ve haksızlığa, zulme, yalana, talana, çalana karşı çıkan bir “Sakıncalı Piyade” idi..





‘KEMALİST İLKE VE DEVRİMLERE
SAHİP ÇIKMALIYIZ’

Yaşadığımız bu sıkıntılı günlerde Uğur Mumcu’yu anmak, Kemalist ilke ve devrimlere sahip çıkmaktır. Tam bağımsızlığa sarılıp, emperyalizme karşı direnmektir. Aydınlanma karşıtı hareketlere isyan etmektir, başkaldırmaktır. Demokratik, laik, sosyal bir hukuk devletine sahip çıkmaktır. Atatürk Türkiye’sini ve ulusal bütünlüğümüzü korumaktır. Ulus devlete ve ulusal kimliğe sıkı sıkıya sarılmaktır. Özelleştirmeye karşı çıkmak, toprak reformunu savunmaktır.

Uğur Mumcu'yu ve öldürülen tüm yurtsever aydınlarımızı anmanın ötesinde anlamak için, uğruna canlarını verdikleri değerler adına mücadeleyi daha da ileri götürmek zorundayız. Eğer bu mücadelede, söylemleri yaşama geçiremezsek, her yıl sadece anmanın ötesine gidemeyiz. Yapılan bu anma toplantılarında amaç sadece Uğur Mumcu’yu anmak değil, anlamak da olmalıdır. Uğur Mumcu’yu anladığımız zaman, ülkemiz üzerinde oynanan emperyalist oyunları da görmek mümkün olacaktır. Böylece “bizi mahvetmek isteyen emperyalizme karşı ve bizi yutmak isteyen kapitalizme karşı” daha bilinçli olarak mücadele ederek, aydınlanma yolunda ilerlemeler sağlanacaktır.



Aslında bugün geldiğimiz gerici, irticacı gelişmelerin hiçbiri birdenbire olmadı; Atatürk’ün ölümünü izleyen yıllardan itibaren Cumhuriyetimizin kuruluş ilkelerinden yavaş yavaş uzaklaşmaya başladık; 1950 yılında iktidara gelen sadece adı demokrat olan Demokrat Parti tarafından ezan Arapça’ya çevrildi. Sustuk, hep birlikte dinledik...

Sonra Demokrat Parti’nin Genel Başkanı “Odunu koysam seçilir” ve “Siz isterseniz hilafeti bile getirirsiniz” dedi. Sustuk, demokrasi sandık... Daha sonra hızla Kuran kursları ve imam okulları açıldı. Sustuk, eğitim özgürlüğü sandık..

 

1980’li yıllarda devletin imamlarına Rabıta-ül Alem örgütü maaş verdi. Sustuk, “devleti yönetmeye çalışan paşaların yaptığı doğrudur” dedik... Din dersleri anayasal zorunluluk oldu. Cami sayısı okulları geçti, tesettür arttı. Sustuk, bütün bunları inanç özgürlüğü sandık...

Dönemin başbakanı Turgut Özal’ın annesi ölünce, Bakanlar Kurulu kararıyla cenazeyi Fatih Camisi’nde Nakşibendi şeyhinin yanına gömdüler. Sustuk, ölüye saygı sandık... 1991 yılında DYP - SHP koalisyon hükümetinin, DYP’li bir devlet bakanı “Biz devletin emrinde din değil, dinin emrinde devlet istiyoruz” demişti. Sustuk, vicdan özgürlüğü sandık...

Gazetecileri, bilim insanlarını vurdular. Şairleri, yazarları, dansçıları yaktılar. Sustuk, tepkisiz kaldık, şaşırdık... 10 Nisan 1994 Pazar günü Ankara ve İstanbul ‘da şeriat düzeninin gelmesi için gövde gösterisi yapıldı. Sustuk, düşünce özgürlüğü sandık... Laikliği elden bırakmayan başbakan Tansu Çiller, tarikat liderleriyle görüşmeye başladı. Başbakan Necmettin Erbakan, tarikat liderlerine iftar yemeği verdi. Sustuk, ülke yönetiminin gereği sandık...

Bütün bu suskunluk 2002 yılından sonra AKP’nin iktidar olmasına yaradı. Zaten bütün koşullar buna göre hazırlandı. Bugün laikliğe karşı eylemlerin odağı olmuş bir iktidarın yönetimindeki ülkemizde, laiklikten, hukuksuzluğa, eğitimden kültüre, ticaretten sanayiye, aklımıza gelecek her alanda karanlık günler yaşamaktayız. 

 


Biz hep sustuk ama
bazıları sürekli konuştu.

Tayyip Erdoğan’ın söylemlerini anımsamakta yarar var: Ata'ya saygı duruşunda sap gibi ayakta durmaya gerek yok, 10 Kasım’da yaygara kopartıldı, İçki yasaklansın gibi söylemlere güldük belki. Devam etti konuşmaya: “Tutturmuşlar laiklik elden gidiyor, diye!.. Yahu bu millet istedikten sonra laiklik tabii elden gidecek!.. Sonra nedir bu laiklik Allah aşkına?.. Bu ne menem şey?.. Çıkıyor İçişleri Bakanı, 'Devlet dine karışır' diyor. Eeee.. gerisini niye söylemiyorsun?.. Din devlete karışır demiyorsun!..”, “Yahu bu milletin bütünlüğü 'Ne mutlu Türküm diyene' ifadesiyle sağlanır mı? Osmanlı otuzu aşkın etnik grubu ümmet düşüncesiyle bir arada tuttu. Biz de inanç birliği ile tutacağız.” Tepki vermeyince bu söylemler çoğaldı, sürüp gitti.

Bunun sonucu olarak devlet kurumları ve bakanlıklar Fettullahçıların, şeriatçıların ellerine geçtir. Milli Eğitim Bakanlığı’nın okul kitaplarında açıkça şeriat propagandası yapılmakta, tarikatlara övgüler yağdırılmakta ve Evrim teorisi yok sayılmaktadır.  Demokratik ve laik cumhuriyetimizi dinsel kurallarla yönetmeyi hedefleyen siyasi iktidar ile çocuklarımızın aydınlanmacı, bilimsel ve laik eğitim hakkı zorla elinden alınmıştır. Siyasi iktidar, düşünmeyen, sorgulamayan dindar ve kindar nesil yetiştirme projesi ile bilimsellik yerine inanç temelinde eğitime yön vermektedir. Böylece biat kültürü yaygınlaştırılacak, bakanlığın yetkileri dinci tarikatlara, cemaatlere, ENSAR, TÜRGEV gibi vakıflara geçecek, karma eğitime son verilecek ve Öğretim Birliği Yasası da ortadan kaldırılacaktır.

Laik ve bilimsel eğitim anlayışına, cumhuriyet değerlerine, Atatürk ilke ve devrimlerine savaş açan siyasi iktidar, milli eğitimdeki etkinlik listesinden Atatürk’ü kaldırmış, 19 Mayıs, 23 Nisan, 29 Ekim ulusal bayramlarımızı çıkarmıştır.

 


‘EMPERYALİZMİ TANIMADAN
BU TOPRAKLARDA
YAŞAMAK MÜMKÜN DEĞİLDİR’

Artık Cumhuriyet tarihimizin en kritik dönemecine girdik. Çeşitli nedenlerle Cumhuriyetin temel ilkelerine, laik devlet ve toplum düzenine, anayasaya karşı olduğunu açıkça beyan eden bir siyasi kadronun, çoğunluğa sahip olduğu için her istediğini yapabilme yetkisiyle karşı karşıya kaldık. Ancak bunların ardında ne olduğunu, kimler olduğunu çok iyi bilmek zorundayız. 

Düşmanımız ABD’yi, AB’yi ve düşmanımız emperyalizmi göremeyenler, görmek istemeyenler, ihanete ortak olanlardır. Ülkemize yeniden Sevr’i dayatan emperyalizmi anlamadan bu cinayetleri çözmek olanaksızdır.

Emperyalizm, kapitalist aşamayı geçmiş bir devletin siyasi, askeri, iktisadi, kültürel ve teknolojik anlamda, diğer devletleri sistemli olarak sömürmesi, bunun sonucunda zenginleşmesi, büyümesi, genişlemesi ve gücünü onlara kabul ettirmesidir. Siyasi, askeri, iktisadi, kültürel ve teknolojik emperyalizm bir bütündür. Emperyalizmi tanımadan bu topraklarda yaşamak mümkün değildir.

Emperyalizm, işini şansa bırakmaz; sabırlıdır, planlıdır. Sömüreceği ülkelerin yöneticilerinden tam teslimiyet istediği için, her şeyi devreye sokar. En bilinen yöntem olarak alt kimlikleri kendi aralarında kapıştırır. Böylece önce insanları birbirine düşürür, sonra da bu insanları sorunlarını çözmeye zorlar. Kendisi için bütünleşmeyi, ama sömürdüğü toplumlar için ayrışmayı önerir. Emperyalizmin hedefi bölmektir. Bunun için askeri güç, silahlı ya da silahsız işgal gibi her türlü yönteme başvurur. Gençleri sokağa döker, etnik çatışmaları körükler, medyayı yönlendirir, toplumdaki kanaat önderlerini kullanır. Direnebilecek tüm güçlere karşı dolaylı ya da dolaysız şiddeti devreye sokarak, tasfiye eder. Artık toplum çürüdüğünün, çözüldüğünün, devlet ise çöktüğünün farkına varamaz. Bu süreç sonunda emperyalizmin bir işgali daha tamamlanmış olur.

 

‘EMPERYALİZM, BUGÜNE KADAR
HİÇ BİR ÜLKEYE 
BARIŞ, DEMOKRASİ,
ÖZGÜRLÜK GÖTÜRMEMİŞTİR’

Emperyalizm, bugüne kadar hiçbir ülkeye barış, demokrasi, özgürlük götürmemiştir. Başta ABD olmak üzere emperyalizm yıllar boyunca dünyanın her yanındaki diktatörlükleri hem ekonomik, hem de askeri açıdan desteklemiştir. maşa olmak için öne çıkmaktadırlar, bazıları da sıraya girmektedirler.

Emperyalist ABD Başkanı’nın Güvenlik Danışmanı olan ve daha sonra Dışişleri Bakanı olarak görev yapan Condoleezza Rice, 7 Ağustos 2003 tarihinde The Washington Post gazetesinde Fas’tan Çin sınırına kadar 22 ülkenin siyasi ve ekonomik coğrafyasının değiştirilmesini amaçladıklarını söylemişti. 1990’lı yılların başında Yugoslavya’da, 1994 yılında Ruanda’da, 2003 yılında Sudan’ın Darfur bölgesinde yüzbinlerce insan öldürülürken, yıllardır İsrail Filistin’de katliam yaparken, Ermenistan, Azerbaycan’ın Dağlık Karabağ bölgesini işgal ederken Birleşmiş Milletler askeri bir müdahale kararı almamıştı. Emperyalist güçlere göre, zengin enerji kaynağı olmayınca, ‘demokrasi’ye de gerek olmadığı anlaşılıyor. Emperyalizm, sömürmek için demokrasiyi kullanarak, mazlum ülkeleri uyutmaya devam etmektedir.

1980’li yıllarda eskiyen emperyalizmin adına, yenidünya düzeni, küreselleşme, globalleşme gibi isimler takıldıysa da, günümüzde halen emperyalizm, emperyalizm olarak bilinmektedir ve mazlum ülkelerin, ulusallığın, yurtseverliğin en büyük düşmanıdır. Sonuçta şu yargıya varmak kaçınılmazdır: mazlum ülkelerin düşmanı Pentagon’dur, ABD’dir, AB’dir, kısaca emperyalizmdir.

 

19 Ocak 2007 tarihinde öldürülen gazeteci yazar Hrant Dink’in, 17 Nisan 2006 tarihinde Malatya’da yaptığı konuşma önemlidir: “Geçmişte İngilizlerin, Fransızların, Rusların, Almanların şu topraklar üzerinde oynamış oldukları rol neyse, bugün aynen tekrarlanıyor. Geçmişte Ermeni halkı, onlara güvendi, kendilerini Osmanlı’nın zulmünden kurtaracaktı. Ama yanıldılar çünkü onlar geldiler, kendi işlerini, kendi hesaplarını yaptılar, çekilip gittiler ve burada kardeşi kardeşle kan içerisinde bıraktılar. Ve bugün Kürtlerin yaşadığı aynı şey. Bugün Amerika geldi Kuzey Irak’ta bir Kürt devleti oluşturmak üzere. Kürt kardeşlerimiz için orası bir çekim alanı mı oldu, ne oldu, bir başka birşey mi oldu, bir ümit mi oldu, bu çok tehlikeli bir iş. Amerika bu, gelir o kendi hesabını yapar, işine bakar, işi bittiğinde de çeker gider. Ondan sonra da burada tekrar insanları birbirileriyle kendi didişmesi içerisinde bırakır.”

 

‘CUMHURİYETİMİZE VE AYYILDIZLI
BAYRAĞIMIZA SAHİP ÇIKMALIYIZ.’

Dünyada emperyalizme ilk kez yenilgiyi tattıran Mustafa Kemal Atatürk’ün Türkiye’si, günümüzde ‘ileri demokrasi’ adına bölünmek istenmektedir. “İleri demokrasi” adına emperyalist ülkelerin ve onların işgal projelerinin eş başkanları olmakla övünenlerin, halktan yana yaptıkları olumlu hiçbir şey görülmemiştir. Emperyalist karargâhlarda hazırlanan haritalarla, Lozan yerine Sevr dayatılmaktadır. İleri demokrasinin sivil anayasası oyunlarıyla, ülkemiz bölünmeye doğru sürüklenmektedir. 

Emperyalizme ve sömürüye baş kaldırmadıkça, sömürülen ülkelerin kurtuluşu yoktur. Kurtuluş, tam bağımsızlık ve emperyalizm karşıtlığında bilinçli olarak örgütlenmek ve hep birlikte mücadele etmekle başlayacaktır. 

Emperyalizme karşı ulusal güçlerin birlikteliğiyle, bütün sorunların üstesinden geleceğimiz günler, öldürülen tüm yurtseverleri anladığımız günler olarak tarihe geçecektir. Bugün artık milletçe elele vererek, bilinçli ve kararlı bir biçimde bütün yurtsever güçlerin örgütlenmesinin zamanı gelmiştir. Böyle bir örgütlenme sonucunda verilecek mücadele ile, bizlere dayatılan ortaçağ karanlığı yok edilecektir. Ve yeniden Atatürk’ün bize sunduğu aydınlık yola gireceğimize şüphe yoktur. İşte bu yüzden hepimize çok büyük görev ve sorumluluklar düşmektedir.

 

‘ARTIK ÜLKEMİZDE İKİ CEPHE VARDIR;
YA VATANSEVERSİNİZ,
YA DA VATAN HAİNİSİNİZ’

Bugün hepimiz Uğur Mumcu’yuz ve şüphesiz ki hepimiz Mustafa Kemal Atatürk’üz. Uğur Mumcu demek; Deniz Feneri ile 17-25 Aralık yolsuzluklarını haykırmaktır, her türlü yalanın, talanın, rüşvetin karşısında olmaktır. Uğur Mumcu demek; nereden ve kimden gelirse gelsin teröre karşı çıkmaktır. Uğur Mumcu demek; laikliğe karşı yapılan eylem ve saldırıların karşısında olmak, ücretsiz eğitim ve sağlık hizmetini savunmaktır. Uğur Mumcu demek; Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi ve Bursa Söylevi’nin gereklerini yerine getirmektir. Bugün Uğur Mumcu’yu anmak ve anlamak; Atatürk Türkiyesi’nde yurtsever olmaktır, cumhuriyetimize ve ayyıldızlı bayrağımıza sahip çıkmaktır.

Bugün saygıyla ve özlemle andığımız Uğur Mumcu’nun şu söylemi hiç akıllardan çıkmamalıdır: 
“Biz sapına kadar Kemalist’iz. Mustafa Kemal’i savunmak, her devrimcinin namus borcudur. Mustafa Kemal’i küçümseyen, hor gören bir devrimci ile bizim işimiz olamaz.” Eğer Uğur Mumcu’yu anlayabilseydik, emperyalizmin ilk kez yenildiği bu topraklarda Atatürk’e saldıranlara, heykellerini yıkanlara, Atatürk’ü yok sayanlara, Atatürk’ün fotoğrafını indirenlere, sessiz kalanlara ve ay yıldızlı bayrağımızı yakanlara aynı sertlikle karşılık vermemiz gerekirdi.

Artık ülkemizde iki cephe vardır; ya vatanseversiniz, ya da vatan hainisiniz. Yeniden aydınlık günler için tüm vatanseverlerin, yurtseverlerin güçlerini birleştirerek, örgütlü mücadele yapmalarına gereksinim vardır. Atatürk’ün ilke ve devrimlerinin yolumuzu aydınlatacağı ışıltılı günlerde buluşmak üzere hepinize saygılarımı sunuyorum.’ /BSGMEDYA/Nihat KARALAR





Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın

BİR KİTAP

İÇİŞLERİ BAKANLIĞI