Emekli Eğitimci-Gazeteci, BSGMEDYA Yazarı Müslüm Tunaboylu, öğretmenliğin ilk yıllarına dair anılarını tazelediZİRVE KÖYDE BEŞ AY ÖĞRETMENLİK
'İKİ GÖREVİ ÜSTLENMEKTEN MEMNUNİYETLİK DUYUYORDUK' Emekli Eğitimci-Gazeteci, BSGMEDYA Yazarı Müslüm Tunaboylu, öğretmenlik günlerine dair anılarını tazeledi Sözlerine; ‘Mecitözü’nün Bayındır Köyü’nde öğretmenlik görevimi sürdürürken 1955 yılının Haziran ayında askerlik görevimi tamamlamak üzere köyden ayrıldım.’ diye başlayan Emekli Eğitimci-Gazeteci - Yazar Müslüm Tunaboylu, o yıllara dair anılarını kaleme aldığı yazısını şöyle sürdürdü: ‘Mecitözü’nün Bayındır Köyü’nde öğretmenlik görevimi sürdürürken 1955 yılının Haziran ayında askerlik görevimi tamamlamak üzere köyden ayrıldım. İzmir Gaziemir’de bulunan Hafif Ulaştırma Okulu‘nda altı ay kaldıktan sonra sınavı kazanarak yedek subay olduk. Askerlik görevimizi tamamlamadan kıtadaki görev yerimizi de bakanlığın bir yazısı ile Mecitözü’nün Devletoğlan Köyü’ne öğretmen olarak atandığımızı öğrenmiştik. Askerlik görevimizi yaparken çalışmalarımızdan memnun olan bölük komutanı tümen komutanına adımızı vererek teskere bırakmam için girişimini arzular. Bir gün bölük komutanı ile birlikte gittiğimiz Tümen karargâhında beni tümen komutan yardımcısına tanıtarak komutanla baş başa bıraktı. Komutan bölük komutanından memnuniyet dolu sözcükler duyduğunu, askerde kalmamı istedi. Ben o tarihte teklife evet demedim. Komutana; ‘Ben öğretmen olarak yetiştirildim. Çocuklar beni okulda bekliyorlar teşekkür ederim.’ dedim. O TARİHTE İLKÖĞRETİM MÜDÜRLÜĞÜ ATATÜRK İLKOKULU’NDAYDI Sivil giyimliydim. Otobüsten iner inmez, İlköğretim Müdürlüğü’nün yolunu tuttum. Çocuklar derste idi. Bahçede gürültü yoktu. Kapıda görüştüğüm hizmetliye müdür beyin yerinde olup olmadığını öğrendikten sonra koridorda yürümeye başladım. Aklımda kaldığı kadarı ile dış kapıdan koridora dönünce bir olmasa da ikinci kapı müdür beyin oturduğu makamdı. Kapıyı tıklattım. ‘Girin’ sesi geldi kulağıma. Otobüsten yeni inmişliğin yorgunluğunu atmadan bu ikinci kapı arkasından gelen sesi biraz zor duydum desem abartmış olmam. Sağ elimle açtığım kapının karşısında o dönemin İlköğretim Müdürü Burhanettin Bildirgen oturuyordu. Gelenin kim olduğunu öğrenmek için kapıya baktığında beni karşısında görünce ayağa kalkarak masasını terk ederek kucaklaştık. Çok memnundu Bildirgen. Onda iyi izlenim bırakmıştık giderken. Göreve dönmemiz için onun işlemi başlatması gerekiyordu. Gereken yapıldı, yazılar yazıldı. Bir acı kahvenin hatırının devamlı olacağını bildiğimden kendilerinden izin istedim. Akşam olmak, karanlık basmak üzere idi. Bildirgen’den izin alırken bana ‘Devletoğlan’a gidiyorsun değil mi’ diye espride bulundu. Ben ‘Pazartesi günü orada olacağım’ dedim. Kısaca belirtirsem 30 Kasım’da göreve başlamaz isem 1 Aralık’ta maaş alamazdım. Ben aynı gün yapılan işlemler sonucu bakanlık değiştirmiştim. Yani Milli Savunma Bakanlığı’ndan Milli Eğitim Bakanlığı’na dönmüştüm. Görevim Devletoğlan Köyü İlkokul Müdürlüğü idi. O tarihte hem öğretmen hem müdür iki görevi birlikte yürütüyorduk.
'İKİ GÖREVİ ÜSTLENMEKTEN MEMNUNİYETLİK DUYUYORDUK' Çocuklar son derse girmişlerdi ben müdürlükten ayrılırken. Çarşıya uğrayarak götürebileceğim eksikleri aldıktan sonra yola koyuldum. Kısaca yorulmuştum. Bu bir zorunluluktu. O tarihte kırsal alana giden taşıtlar bugün kü gibi çok değil, hatta hiç yoktu. Özel olarak kiralarsan bulunabiliyordu. Benim o günlük zamanım olmadığı gibi cüzdanımda uygun varlık yoktu. tabanvaylara yüklenmek zorundaydım. Biraz da gençlik vardı tabiî ki. Bulgaristan’dan ana vatana gelen göçmenler köylüler tarafından kendi köylerine taşınıyordu. Bizi de o zamanın taşıtı olan kağnılarla köye taşımışlardı. O dönem rampanın son yüksek ucu diyebiliriz. Bel anlamı oradan geliyor. Bel kısaca etraftan yüksek anlamına geliyor. Adımlarımın biraz daha uzadığını fark ettim. Rampa aşağı iniyordum. Karanlık iyice basmıştı. Bastığım yeri göremez durumdaydım. Yolu yarılamıştım. Bundan sonra yuvarlanarak bile aşağıya inebilirdim. Bana öyle geliyordu. Yatsı ezanı okunmuştu ki; ben köye gelebildim. Köpekler karşıladı beni köy kenarında. Onlara göre ben yabancıydım. Elbette havlayacaklardı. Görevlerini yapıyorlardı. 'ONLAR KÖYÜN ADSIZ KAHRAMANLARIYDI BİR BAKIMA' Köy geceleri onlardan soruluyordu. Ağaçlık bir güzergahtan köye girmiştik ki karanlık biraz daha arttı. Önümü görmekte zorluk çekiyordum. Bir süre sonra ana yoldan sol taraftaki sokağa saparak sağ taraftaki ilk çift kapıya vurdum. Ses önce duyulmadı sonra tıklama tekrarlanınca kapı açıldı. Boynuma sarılmışlardı. Aysel daha küçüktü amma Mahmut durumu anlıyordu. Benim mektuplarımı günlerce yanından ayırmadığını söylemişlerdi de inanmamıştım. Bir baba hasreti kolay değil. Yaşayanlar bilir ancak.
DEVLETOĞLAN KÖYÜ’NDE ÇOCUKLAR BENİ BEKLİYORLARDI.. Onları fazla üzmek gelmezdi elimden. Pazar günü Kışlacık’tan Devletoğlan’ın yolunu tuttuk. Babam beni yalnız bırakmadı. Birlikte tırmandık zirveye doğru, öğle saatlerinde Devletoğlan’a ulaştık.. Yer yer çam ağaçları ile süslenmiş bir orman içersinde nasıl yol aldığımızı hatırlayamıyorum. Öyle bir orman ki unutulacak cinsten değil, ancak ormanın rakımına göre çam ağacı dışında meşe ağaçları da çoğunluğu teşkil ediyordu. Köy böyle bir güzelliklerle donatılmış ormanın hemen kenarındaydı. Çok sevmiştim köyü. Muhtarın odasında biraz oturduktan sonra birlikte okula yolumuzu uğrattık. Dışarıda hissedilen rüzgâr hiç azalmadan dersliğe giriyordu. Sizin anlayacağınız soba sürekli yanacaktı. Odun boldu köyde. Ormanın kenarındaydık. Köylüler dersliği ısıtmak için can atıyorlardı. Yeter ki biz köyde göreve başlayalım. Babam hemen köye dönüş yaptı.
ÖMER YURTTAŞ’I UNUTMAK Sobamızla, odunumuzla o ilgileniyordu. Zirvede kar yağışı hemen her gün görülüyor, fırtınanın ormanda çıkardığı ses unutulacak cinsinden değildi. Benim için buradaki hayat bir değişimdi belki. Oğlum Mahmut İle kızım Aysel, çok küçük yaşta zirvede beş ay gibi bir zaman geçirdiler amma hemen her gün rahatsızdılar. Bir gün ben rahatsızlandım. Öyle bir duruma düştüm ki ölüm benim için çok yakındı. O zor durumda eşimin de yapacak bir şeyi kalmamıştı.
ZİRVEDE KAR KALINLIĞI Öğrenciler okula tünel açarak geliyorlardı. Öyle zor bir durumda aileme haber vermek mümkün değildi. Telefon yok. Haberleşmek imkânı var ancak sekiz on km. uzakta bulunan ilçeye gidebilirsek. Eşime babamlara haber göndermesini zar zor söyleyebildim. O andan itibaren uyuya kalmışım. Bir süre sonra sabah olmuştu.
'KAR YAĞIŞI DEVAM EDİYORDU' Öğrencilerin okula gelmelerinden birkaç dakika önce ben ayağa kalkmıştım. Okula gelen ilk çocuktan muhtara haber gönderdim. Muhtar benim sağlık durumumu hiç beğenmemiş, doktora ihtiyaç olduğunu anlamıştı. Atla bekçi bir süre sonra lojmana geldi. Muhtarda arkasından geldi. Hayvanın binicisinin bu kadar sağlığı ile ilgilendiğini hiç bilmiyordum.
'HAYVANIN DURUMU Ata binip yola çıkışımızı izleyen çocuklarımı kucaklama olanağı bile bulamamıştım. Bir kaç saat sonra ilçe merkezine ulaştık. Bekçi iyiden iyiye yorulmuştu. Hana hayvanı yerleştirdikten sonra ben doktorun bulunduğu sağlık merkezine gittim. Doktor, ilçeye ulaşmamızın ne kadar güç olduğunu bildiğinden beni acele ile muayene etti. ‘Şu an korkulacak bir durum yok ancak ameliyat olman gerekir’ dedi. Ağrı kesici tablet verdi, istirahat etmemi istedi. Hana geldiğimde kapıda bekçiyi gördüm. ‘Dönmemiz gerekiyor, atı hazırla’ dedim. Geldiğimiz yolu takiben akşam saatlerinde köye ulaştık. Çocukların beni gördüklerinde ne kadar sevinç duyduklarını anlatacak sözcükleri bulmada güçlük çekiyorum. Bekçi atı ahıra götürecek muhtara teslim etmişti. Biz çocuklarla lojmanda sobanın etrafında ısınmaya çalışıyorduk. Olanları duymuşlar merak etmişler. ‘Öğretmeni yalnız bırakmayalım, belki bir görev düşer onu bir yoklayalım’ demişler. Karşılıklı sağlık gelişmeleri bir süre bizi meşgul etmişti. Düzenleme:BSGMEDYA |
593 kez okundu |
Yorumlar |
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |