• https://www.facebook.com/bsgmedya@hotmail.com
  • https://www.twitter.com/bsgmedya@hotmail.com

NÖBETÇİ ECZANELER
ULUSAL GAZETELER

Emekli Eğitimci-Gazeteci, BSGMEDYA Yazarı Müslüm Tunaboylu, öğretmenliğin ilk yıllarına dair anılarını tazeledi


ZİRVE KÖYDE BEŞ
AY ÖĞRETMENLİK

 




'İKİ GÖREVİ ÜSTLENMEKTEN
MEMNUNİYETLİK DUYUYORDUK'

 
10 Aralık 2018

Emekli Eğitimci-Gazeteci, BSGMEDYA Yazarı Müslüm Tunaboylu, öğretmenlik günlerine dair anılarını tazeledi

Sözlerine; ‘Mecitözü’nün Bayındır Köyü’nde öğretmenlik görevimi sürdürürken 1955 yılının Haziran ayında askerlik görevimi tamamlamak üzere köyden ayrıldım.’ diye başlayan Emekli Eğitimci-Gazeteci - Yazar Müslüm Tunaboylu, o yıllara dair anılarını kaleme aldığı yazısını şöyle sürdürdü:

‘Mecitözü’nün Bayındır Köyü’nde öğretmenlik görevimi sürdürürken 1955 yılının Haziran ayında askerlik görevimi tamamlamak üzere köyden ayrıldım.

İzmir Gaziemir’de bulunan Hafif Ulaştırma Okulu‘nda altı ay kaldıktan sonra sınavı kazanarak yedek subay olduk.
Çekilen kura ile İstanbul Hadım Köy’de bulunan Hafif Ulaştırma Oto Bölüğü’nde göreve başladık.

Altı ay yedek subay okulu, bir yılda kışlada olmak üzere bir buçuk yıllık yedek subaylık askerlik görevini tamamladıktan sonra 1956 yılının 30 Kasım’ında Mecitözü’ne ulaştım.

Askerlik görevimizi tamamlamadan kıtadaki görev yerimizi de bakanlığın bir yazısı ile Mecitözü’nün Devletoğlan Köyü’ne öğretmen olarak atandığımızı öğrenmiştik.

Askerlik görevimizi yaparken çalışmalarımızdan memnun olan bölük komutanı tümen komutanına adımızı vererek teskere bırakmam için girişimini arzular.

Bir gün bölük komutanı ile birlikte gittiğimiz Tümen karargâhında beni tümen komutan yardımcısına tanıtarak komutanla baş başa bıraktı.

Komutan bölük komutanından memnuniyet dolu sözcükler duyduğunu, askerde kalmamı istedi. Ben o tarihte teklife evet demedim. Komutana;  ‘Ben öğretmen olarak yetiştirildim. Çocuklar beni okulda bekliyorlar teşekkür ederim.’ dedim.
Komutan ısrar etmedi. ‘Kalsaydın sana yardımcı olacaktım’ dedi.

 


O TARİHTE İLKÖĞRETİM MÜDÜRLÜĞÜ
ATATÜRK İLKOKULU’NDAYDI

Sivil giyimliydim. Otobüsten iner inmez, İlköğretim Müdürlüğü’nün yolunu tuttum. Çocuklar derste idi. Bahçede gürültü yoktu. Kapıda görüştüğüm hizmetliye müdür beyin yerinde olup olmadığını öğrendikten sonra koridorda yürümeye başladım. Aklımda kaldığı kadarı ile dış kapıdan koridora dönünce bir olmasa da ikinci kapı müdür beyin oturduğu makamdı.

Kapıyı tıklattım. ‘Girin’ sesi geldi kulağıma.

Otobüsten yeni inmişliğin yorgunluğunu atmadan bu ikinci kapı arkasından gelen sesi biraz zor duydum desem abartmış olmam.

Sağ elimle açtığım kapının karşısında o dönemin İlköğretim Müdürü Burhanettin Bildirgen oturuyordu.

Gelenin kim olduğunu öğrenmek için kapıya baktığında beni karşısında görünce ayağa kalkarak masasını terk ederek kucaklaştık. Çok memnundu Bildirgen. Onda iyi izlenim bırakmıştık giderken.

Göreve dönmemiz için onun işlemi başlatması gerekiyordu. Gereken yapıldı, yazılar yazıldı.

Bir acı kahvenin hatırının devamlı olacağını bildiğimden kendilerinden izin istedim.

Akşam olmak, karanlık basmak üzere idi. Bildirgen’den izin alırken bana ‘Devletoğlan’a gidiyorsun değil mi’ diye espride bulundu.

Ben ‘Pazartesi günü orada olacağım’ dedim. Kısaca belirtirsem 30 Kasım’da göreve başlamaz isem 1 Aralık’ta maaş alamazdım.

Ben aynı gün yapılan işlemler sonucu bakanlık değiştirmiştim. Yani Milli Savunma Bakanlığı’ndan Milli Eğitim Bakanlığı’na dönmüştüm. Görevim Devletoğlan Köyü İlkokul Müdürlüğü idi. O tarihte hem öğretmen hem müdür iki görevi birlikte yürütüyorduk.

 

'İKİ GÖREVİ ÜSTLENMEKTEN
MEMNUNİYETLİK DUYUYORDUK'

Çocuklar son derse girmişlerdi ben müdürlükten ayrılırken. Çarşıya uğrayarak götürebileceğim eksikleri aldıktan sonra yola koyuldum.
Yaklaşık 18 km'lik bir yol almam gerekiyordu. Bu yolun yarısı tamamen yukarı doğru yani rampadan ibaretti.
Hafif bir rüzgâr esiyordu. Rüzgârı sırtıma almıştım.

Yolun icabı öyle oluyordu. Soğuk poyraz göksüme değil sırtımdan beni etkiliyordu. Mecitözü ile Kışlacık arasındaki yolun yarısına ulaşmıştım. Adımlarım giderek kısalmaya başlamıştı.

Kısaca yorulmuştum.
Bir buçuk yıl yaya yürümeyen bir insan bir günde nelere cevap vermek zorundaydı.

Bu bir zorunluluktu. O tarihte kırsal alana giden taşıtlar bugün kü gibi çok değil, hatta hiç yoktu. Özel olarak kiralarsan bulunabiliyordu. Benim o günlük zamanım olmadığı gibi cüzdanımda uygun varlık yoktu. tabanvaylara yüklenmek zorundaydım. Biraz da gençlik vardı tabiî ki.

Onsekiz yirmi km’ lik yol bizim için çok küçük mesafe idi. Yolun tam yarısına gelmiştim.

Yolun yolunda bir çeşmeden akan su dikkatimi çekti. Bir iki yudum alayım dedim. Su elimi donduracaktı, sanki öyle soğuktu. Belki de bana öyle geldi.

Çeşmenin adı BELPINAR idi.
Ben bu çeşmeyi ilk kez 1938 yılının Ağustos ayında görmüştüm. O zaman burada yarım saat kadar kağnılarla birlikte konaklamıştık.

Bulgaristan’dan ana vatana gelen göçmenler köylüler tarafından kendi köylerine taşınıyordu. Bizi de o zamanın taşıtı olan kağnılarla köye taşımışlardı.

O dönem rampanın son yüksek ucu diyebiliriz. Bel anlamı oradan geliyor. Bel kısaca etraftan yüksek anlamına geliyor.

Adımlarımın biraz daha uzadığını fark ettim. Rampa aşağı iniyordum. Karanlık iyice basmıştı. Bastığım yeri göremez durumdaydım. Yolu yarılamıştım. Bundan sonra yuvarlanarak bile aşağıya inebilirdim. Bana öyle geliyordu. Yatsı ezanı okunmuştu ki; ben köye gelebildim.

Köpekler karşıladı beni köy kenarında.

Onlara göre ben yabancıydım. Elbette havlayacaklardı. Görevlerini yapıyorlardı.

 


'ONLAR KÖYÜN ADSIZ
KAHRAMANLARIYDI BİR BAKIMA'

Köy geceleri onlardan soruluyordu.

Ağaçlık bir güzergahtan köye girmiştik ki karanlık biraz daha arttı. Önümü görmekte zorluk çekiyordum.

Bir süre sonra ana yoldan sol taraftaki sokağa saparak sağ taraftaki ilk çift kapıya vurdum.

Ses önce duyulmadı sonra tıklama tekrarlanınca kapı açıldı.
Kapıyı yengem açmıştı. Ondan uygun kimse yoktu kapıyı açmak için. Karşılıklı konuşmalarla ikinci kapıya yöneldik. Sol taraftaki büyük odaya girmiştik. Orada oturuyordu aile fertleri. Babam, annem, ağabeyim. Hanım ile çocuklar yan taraftaki odada imişler. Sesleri duyunca büyük odaya geldiler.
İlk gelen kızım Aysel’di. Bana kocaman gözüktü. Mahmut nerede diyecektim ki oda kapıdan giriverdi.

Boynuma sarılmışlardı.

Aysel daha küçüktü amma Mahmut durumu anlıyordu. Benim mektuplarımı günlerce yanından ayırmadığını söylemişlerdi de inanmamıştım. Bir baba hasreti kolay değil. Yaşayanlar bilir ancak.

 

DEVLETOĞLAN KÖYÜ’NDE
ÇOCUKLAR BENİ
BEKLİYORLARDI..

Onları fazla üzmek gelmezdi elimden.

Pazar günü Kışlacık’tan Devletoğlan’ın yolunu tuttuk.

Babam beni yalnız bırakmadı. Birlikte tırmandık zirveye doğru, öğle saatlerinde Devletoğlan’a ulaştık..

Yer yer çam ağaçları ile süslenmiş bir orman içersinde nasıl yol aldığımızı hatırlayamıyorum.

Öyle bir orman ki unutulacak cinsten değil, ancak ormanın rakımına göre çam ağacı dışında meşe ağaçları da çoğunluğu teşkil ediyordu.

Köy böyle bir güzelliklerle donatılmış ormanın hemen kenarındaydı. Çok sevmiştim köyü. Muhtarın odasında biraz oturduktan sonra birlikte okula yolumuzu uğrattık.
Okul köylü tarafından kırklı yıllarda yapılmıştı. Anlayacağınız iyiden iyiye ihtiyarlamıştı. Duvarlar tavandan ayrılmışlar, açıklık on beş yirmi santimetreye ulaşmıştı.

Dışarıda hissedilen rüzgâr hiç azalmadan dersliğe giriyordu. Sizin anlayacağınız soba sürekli yanacaktı. Odun boldu köyde. Ormanın kenarındaydık. Köylüler dersliği ısıtmak için can atıyorlardı. Yeter ki biz köyde göreve başlayalım.

Babam hemen köye dönüş yaptı.
Muhtarın misafiri oluyordum.
Akşamları köylülerle sohbeti sürdürüyorduk. Kar yağdı yollar kapandı. Ama bizim çocuklar karlara bata çıka Devletoğlan’a geldiler.
Mahmut ile Aysel iyiden iyiye üşümüşler, Muhtarın odasında ve evinde onları ısıtırken eşyalarda lojmana yerleştiriliyordu.
Önce soba kuruldu.
Kısa sürede oda ısıtıldı. Hanımın akrabaları, bizi Devletoğlan’da yalnız bırakmadılar.
Onlar bir bakıma bizim güvencemiz oldu. Onları beş ay gibi bir süre devamlı yanı başımızda görme olanağı bulduk.

 

ÖMER YURTTAŞ’I UNUTMAK
MÜMKÜN DEĞİLDİ..

Sobamızla, odunumuzla o ilgileniyordu. Zirvede kar yağışı hemen her gün görülüyor, fırtınanın ormanda çıkardığı ses unutulacak cinsinden değildi. Benim için buradaki hayat bir değişimdi belki. Oğlum Mahmut İle kızım Aysel, çok küçük yaşta zirvede beş ay gibi bir zaman geçirdiler amma hemen her gün rahatsızdılar.

Pencereden sandalye üzerine çıkarak dışarıyı izlerlerdi. Sağlık ocağı ya da sağlık merkezi bize çok uzaktı.

Bir gün ben rahatsızlandım. Öyle bir duruma düştüm ki ölüm benim için çok yakındı. O zor durumda eşimin de yapacak bir şeyi kalmamıştı.

 

ZİRVEDE KAR KALINLIĞI
BİR METRE KADARDI..

Öğrenciler okula tünel açarak geliyorlardı. Öyle zor bir durumda aileme haber vermek mümkün değildi. Telefon yok. Haberleşmek imkânı var ancak sekiz on km. uzakta bulunan ilçeye gidebilirsek. Eşime babamlara haber göndermesini zar zor söyleyebildim. O andan itibaren uyuya kalmışım.
Çocuklar seslerini çıkarmadan yataklarından beni izliyorlarmış.

Annelerine arkadaş olmanın önemini sanki o yaşta çocuklar ne bilirse.

Ben uzun bir uykuya dalmışım bir yandan da terlemişim.
Terimin silindiği bir anda kendime geldiğimi hatırlıyorum. Gözümü açtığımda çocuklarımın yataktan başlarını kaldırdıklarını ve yanıma gelerek heyecanla bana baktıklarını gördüm. Sesim çıkmıyor ancak işaret ediyordum.

Bir süre sonra sabah olmuştu.

 

'KAR YAĞIŞI DEVAM EDİYORDU'

Öğrencilerin okula gelmelerinden birkaç dakika önce ben ayağa kalkmıştım. Okula gelen ilk çocuktan muhtara haber gönderdim.
Muhtar bir süre sonra geldi.
Benim durumumu görünce;
-‘Öğretmen efendi ben atı hazırlayım, bekçiyi de yanına katarım. Sen doğruca ilçeye git doktora gözük’ dedi.

Muhtar benim sağlık durumumu hiç beğenmemiş, doktora ihtiyaç olduğunu anlamıştı. Atla bekçi bir süre sonra lojmana geldi. Muhtarda arkasından geldi.
Beni ata bindirdiler, bekçiye de gerekli talimatı verdiler. Bekçi önden biz atla arkasından karlara bata çıka yol almaya başladık. Beni taşıyan hayvan öyle dikkatli adım atıyordu ki, beni hiç incitmiyordu.

Hayvanın binicisinin bu kadar sağlığı ile ilgilendiğini hiç bilmiyordum.

 

'HAYVANIN DURUMU
BENİ ÇOK ETKİLEMİŞTİ'

Ata binip yola çıkışımızı izleyen çocuklarımı kucaklama olanağı bile bulamamıştım. Bir kaç saat sonra ilçe merkezine ulaştık. Bekçi iyiden iyiye yorulmuştu. Hana hayvanı yerleştirdikten sonra ben doktorun bulunduğu sağlık merkezine gittim.

Doktor, ilçeye ulaşmamızın ne kadar güç olduğunu bildiğinden beni acele ile muayene etti.

‘Şu an korkulacak bir durum yok ancak ameliyat olman gerekir’ dedi.

Ağrı kesici tablet verdi, istirahat etmemi istedi. Hana geldiğimde kapıda bekçiyi gördüm. ‘Dönmemiz gerekiyor, atı hazırla’ dedim.

Geldiğimiz yolu takiben akşam saatlerinde köye ulaştık. Çocukların beni gördüklerinde ne kadar sevinç duyduklarını anlatacak sözcükleri bulmada güçlük çekiyorum.

Bekçi atı ahıra götürecek muhtara teslim etmişti.

Biz çocuklarla lojmanda sobanın etrafında ısınmaya çalışıyorduk.
Kapı çalındı, bir dostumuz eşi ile birlikte bize ulaşmıştı.

Olanları duymuşlar merak etmişler.

‘Öğretmeni yalnız bırakmayalım, belki bir görev düşer onu bir yoklayalım’ demişler.

Karşılıklı sağlık gelişmeleri bir süre bizi meşgul etmişti.

muslumtunaboylu@hotmail.com

 Düzenleme:BSGMEDYA



593 kez okundu

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın

BİR KİTAP

İÇİŞLERİ BAKANLIĞI