Emekli Eğitimci-Gazeteci Müslüm Tunaboylu, 79.kuruluş yıldönümünde Köy Enstitüleri gerçeğine dikkat çekti:ANADOLU’NUN BOZKIRINDA SAÇILAN BİR IŞIK: KÖY ENSTİTÜLERİ 17 Nisan 2019 Günümüzden 79 yıl önce 17 Nisan 1940’da TBMM ‘nin kabul ettiği bir yasa ile ülkenin 21 yerinde kurulan, eğitim ve öğretime açılan Köy Enstitüleri, 10 yıllık bir süreç içersinde ülkesine 17 bin 431 erkek, 1.390 kız, toplam18 bin 839 öğretmen, 8 bin 675 eğitmen 1.599 sağlık memuru yetiştirmişti. Ülke nüfusunun % 80 köylü yani çiftçi idi. Lozan Barışı ile çizilen ülke sınırları içersinde 40 bin köy bir o kadarda olduğu tahmin edilen mezralar bulunuyordu. Bu nüfusun 1928 de gerçekleştirilen Harf Devrimi ile okur-yazar olmayan insanımız kısa sürede okuryazar hale getirilecekti. Bu bir zorunluluktu. Ülkedeki aydınlar nüfusun ancak kentsel alanda bulunan halka gördükleri eğitim ve öğrenimi ulaştırma olanağı bulmuş, kırsal alandaki insanlar kendi kaderleri ile baş başa bırakılmışlardı. KÖYLERDE OKUR-YAZAR Devlet atlı tahsildarları ile köylerden arazi, hayvan, yol dolaylı olarak çeşitli ürünleri içeren vergileri topluyordu. Köylünün devlete yaptığı maddi katkı yani vergilerin tümünü içeren vergi makbuzlarını evin bir köşesinde duvara çakılmış koca bir çivide takılı olarak görmek yada bulmak mümkündü. İnsanlar tekrar ödeme yapmamak için kendilerine verilen belgeleri çok iyi saklıyorlardı. Beyaz renkte olan bu vergi makbuzları her yılın yaz mevsiminde sineklerin konakladıkları yer yada lavaboları oluyordu. Anadolu Bozkırındaki insanımızın çağlar boyu yaşam koşulları babadan oğula intikal eder şekilde süre gelmiştir. Önce nüfus ça kalabalık olan yerleşim birimlerine okullar yapılmaya başlanmış, buralarda yöre köylerin çocuklarının da eğitim-öğretim yapmalarına olanak sağlanmıştı.
Köy Enstitüleri açılırken, ihtiyaç duyulan derslik, yatakhane, spor salonları, çeşitli ders araçları yoktu. İkinci Dünya Savaşı inanılmaz hızıyla sürerken, yönetim tehlikeyi ustaca uzaklaştırmasını bilmiş, ancak silah altına aldığı gençleri ülkenin savunmasını sağlayacak bir düzeye getirilmesi için olanakların oldukça zorlandığı görülmektedir. Köy Enstitülerine köy okullarından diplomalı olanların alındığını, yönetmeliğin giderek delindiğini, köy çocuklarının kontenjanlarına şehir okullarından mezun olan çocuklarında eklendiğini görmek mümkün. Size şimdi Köy Enstitüsü’ne ayak bastığım ikinci gün sabahın erken saatlerinde neleri yaşadım. Umarım sizde bir an benimle birlikte yaşamaya çalışın. Okul sahasına girmeden önce on kişilik öğrenci grubu iki nöbetçi öğrenci tarafından durduruldu. Ellerimizde teneke ile kaplı bavullarla ikişer sıra haline getirildik. Önde nöbetçi arkada biz uygun adımlarla olmasa da bir süre yürüdükten sonra o zaman ki gözümüze göre büyükçe bir binanın kapısı önünde durduk. Orada bulunan birkaç görevli öğrenci tarafından elimize büyükçe torbalar verildi. Torbanın iple sıkı sıkıya ağzının bağlandığını gördüm. Düğümler çözüldü içersinde pamuk dokumadan dikilmiş beyaz pantolon ve ceket ile birlikte iki kat iç çamaşırı. Üzerimizden çıkardıklarımızı torbaya koyup bağladığımızı hatırlıyorum. Okuldaki tüm öğrenciler tek tip elbiseleri giymişlerdi. Yamalıklı pantolonu mu torbaya yerleştirdiğim o anı inanın unutamıyorum. Bizden önce okula gelen arkadaşlar sardı etrafımızı.
Gölgelik yapan yapraklı ağaçların gölgesinde arkadaşlarla bavullardan çıkarılan yiyecekler tüketilirken, karşılıklı sohbet akşam yemeği saatine dek sürdü. Akşam yatakhanelere girdik, yatağımız nöbetçi öğrenciler tarafından gösterildi. Yatakhanede karyola yoktu,tahtalardan yapılmış iki katlı ranzalar vardı. Yatağımız yumuşaktı acaba içersinde ne var diye söylendiğimizde pamuktur sözünü duydum. İlk gün yumuşak bir yatakta yatmanın mutluluğu vardı bizde. Sabah erkenden dan, dan /dan diye öten bir ses duydum. Arkadaşlara sordum bu nedir diye? Onun adı kampana dediler. Cihaz kamyon kampanasından ibaretti. Yanında kocaman uzunca bir demir çubuk var. Bu çubuğu kampanaya vurdukça çok güçlü ses çıkıyor .Yaklaşık birkaç kilometreden kampananın sesi rahatlıkla duyuluyor. Acele giyindik elimizi yüzümüzü yıkamaya dışarı çıktık. Uzuncu bir borunun iki tarafına katılmış su musluklarından sular akıyor, el yüz yıkaması burada yapılıyordu. Yeni düzene alışacaktık.Gördüklerimiz çoğunlukla ilklerdi. Yemekhane önünde yaklaşım bin öğrenci sınıflara göre sıra olmuştu. Yemekhaneye önce büyük sınıflar alınıyordu.en sonra yemek yemeğe yemekhaneye biz on arkadaş girdik. Tüm masalar dolmuş, biz on arkadaş son masanın etrafına dağıldık. Masa ortasında bulunan temiz on adet alüminyum bardaklara yine alüminyum demlik içersindeki çaydan bize düşenini doldurduk. Çayın şekeri mutfakta kararlaştırılmıştı. Biz kahvaltımıza yeni başlamıştık ki büyük sınıflar çoktan çaylarını içmişler dışarı çıkıyorlardı. Sabah kahvaltısında bize 300 gramlık ekmeğin dörtte biri düşüyordu. Ustalar dediği kişiler öğrencilerdi. Dana sonra harççılar, gecgereciler, tuğlacılar sözcükleri kullanıldı. Benim gibi küçük olanlar tuğlacılar grubundaydı.Tahta semerlere doldurduğumuz tuğlaları inşaataki ustaların yanına taşıyorduk. Öğle tatiline dek tuğla taşıma işimiz sürdü. İlk gün bizi karşılayan tuğla taşıma eylemini yadırgadığımı söyleyemem. İnşaatta kullanılan tuğlalar, kireç, harç gibi malzemeler ham maddeden öğrencilerle kullanılır hale getiriliyordu. Tuğlalar okula birkaç kilometre uzaklıktaki tuğla ocaklarında imal ediliyordu. Burada öğrenciler çadırda bir hafta onbeş gün sıra ile nöbet tutarak tuğla üretiyorlardı. Aramızda bulunan arkadaşların bazıları böyle çalışmaya alışık olmadıkları için geri kaçarak köylerine dönmüşlerdi. Benim köyde aile fertlerinden başka hiçbir gelir getirecek kaynağım yoktu. Birlikte kaçmayı istediler, ancak ben onların görüşlerine katılmadım. Onlar bir hafta sonra ancak köye ulaşabilmişlerdi. Kaçak öğrenci arkadaşlarından birkaç tanesi bir yıl sonra yine okula gelmişlerdi. Tuğla çekim işlemi tamamlanmış, binanın tabanlarına mozaik dökülüyordu. Mozaik işlemini gerçekleştirmek öyle kolay değildi. Boyumuz küçük olduğu için bu işe de bizi ayırdılar. Sabun büyüklüğündeki mozaik düzleme taşını saatlerce ıslatılmış beton üzerinde sürüp duruyorduk. Ellerimiz şişmiş tombullaşmıştı. Uzaktan görenler bizim kilo aldığımızı söyleyerek espriler yaparlardı. Mevsimin yaz olduğunu söylemiştim.Enstitü arazisinde bazı sınıflar çalışıyor, çeşitli sebze yetiştiriyorlardı. Yetiştirilen sebzenin başında kabak geliyordu. Mutfakta iki öğün kabak pişiriliyordu. Kısaca biz kabak yemeğinden bıkmıştık. Sorunu kime açmalıydık. Acaba ters bir tepki alır mı idik gibi sözcükleri geçirdik kendi kendimize. Bir arkadaş; ‘Sorunu müdür babaya götürelim’ dedi. Nasıl ? A 4’ün dörtte biri büyüklüğündeki kağıda; ‘ÖĞLE KABAK AKŞAM KABAK MÜDÜR BEY BUNUN BİR ÇARESİNE BAK’ diye yazdık. Müdür sabah gelmezden önce kapısına bir iğne ile tutturduk. Sorunumuzu müdüre ulaştırdığımız için sevinçliydik. Ertesi gün sabah toplantısında okul müdürü olayı anlatarak; ‘Önerinizi okudum çocuklar. Bundan böyle kabak yemeği devam edecek ancak günde bir kez’ dedi. ‘Kendin yap kendin işlet' sonra devret modeli gibi bizde kendimiz yetiştirip kendimiz tüketeceğiz fazlasını da satacağız’ dedi. Müdür esprimizi çok beğenmiş, hatta ‘sizinle iftihar ediyorum. ‘demişti. Devletin o dönemdeki ekonomik durumunu da anlatan okul müdürü; ‘Sizler geleceğimizi aydınlatan mumlar olacaksınız, çok zor koşullarda da olsak bu tür bir gelişmeye mecburuz, kalkınma durup dururken olmuyor.’ şeklinde ekonomik durumumuzu açıklamaya çalışmıştı. Beş yıllık bir dönemde birer kez olmak üzere Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’i ve İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç’u yakından görerek görüşme olanağım oldu. Okulun Cumhuriyet Meydanı’nda toplu halde üçer kişiden oluşan saf bir şekilde dört yandan bir kare biçiminde dizilmiştik meydana. Yücel’i öğrencileri teftiş ederken görmüş oldum. Özel bir giysisi vardı üzerinde. Bizi müşfik bir davranış içersinde incelediğine tanık oldum. Köy Enstitüsü’nde üçüncü yılımızdı. Kültür çalışmaları dışında tarım ve inşaat çalışmaları sürüyordu. Bizim sınıfa tek katlı kapladığı alan yüz metre kareden büyüktü. Okul yönetimi; ‘Bu binayı bitirdiğinizde yıllık izine gideceksiniz’ dedi. Bir hafta içinde binanın yapımı tamamlandı. Gerekli sıva işlemi yapılırken okula İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç geldi. Öğretmenler Lokali bitişiğindeki ağaçların gölgesinde öğle sıcağında Okul Müdürü Ali Doğan Turan ile birlikte dinleniyorlardı. Mecitözü, Kastamonu Gölköy Enstitüsü’ne öğrenci gönderiyordu. Arkadaşlar sorunu içeren bir dilekçe yazdılar; bana da ‘bu dilekçeyi götür İsmail Hakkı Tonguç’a uzat’ dediler. Grupta en küçük öğrencilerden birisiydim. Arkadaşları kırmadım. ‘Bana zarar gelse de bu işi yapmalıydım’ diye geçirdim içimden. Elime aldığım dilekçeyi ceketimin düğmesini iliklemiş olarak uzattım.Tonguç dilekçeyi okurken, okul müdürü sarardı, kızardı kendisini şikayet ettiğimi sandı. Dilekçeyi Okul Müdürü’ne uzatan Tonguç; ‘Çocuklar çok haklı izine ayrılsınlar, izin bittiğinde de Akpınar Köy Enstitüsü’ne gitsinler’ Ben dilekçe verdiğimizde 3.sınıfta idim.4.sınıfta olanlar da vardı. Benim gibi olanlar iki, dördüncü sınıfta olanlar Akpınar’da bir yıl öğrenim göreceklerdi. Bizimle birlikte onlarda çok sevindiler.
Köy Enstitüleri’nin ikinci mimarı olan İsmail Hakkı Tonguç’un saptamasına göre bu kurumlar ülkenin nerelerinde kurulmuştu? Kepirtepe K.E.Lüleburgaz, Anılan bu kurumlarda Tonguç’a göre 16 bindir. Bunların 15 bin 400 öğretmen geri kalanlar ise sağlık memuru olmuşlardır. Köy Enstitüleri’nin en büyük sıkıntısını çeken kişi olarak İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç. Bu eğitim yuvalarında öğrencilerin hangi becerileri edindiklerini kendi saptamalarından birlikte öğrenelim: En çetin şartlar içinde Köy Enstitüleri’nden birini kurup işleten müdür, bin iki yüzden fazla öğrencisi bulunan bu kültür kurumunda yaratılan yeni hayatı şöyle anlatır :”kirizma yapanlar, at, davar, sığır, sürüleri güdenler, hayvanlara bakanlar, sirke, yoğurt, peynir yapanlar, makarna, tarhana, bulgur, turşu hazırlayanlar, araba sürenler, duvar örenler, bina kuranlar, taş yontanlar , beton dökenler, sıva sıvayanlar, tuğla pişirenler, kerpiç dökenler, çatı kuranlar, plan çizenler, keşif name tanzim edenler, kooperatif işletenler, demir dövenler, kaynak yapanlar, tahtayı ve çeşitli maddeleri esere çevirenler, bağ dikenler, orman ve bahçe kuranlar, ata, bisiklete binenler, motosiklet, traktör kullananlar, türkü söyleyenler, mandolin, saz çalanlar, okuyanlar, şiir yazanlar, kendi hazırladığı temsili sahneye koyanlar, milli oyunlar oynayanlar, kitap ciltleyenler, resim çekenler, sepet-kazak örenler, resim yapanlar, makine ile çorap işleyenler, iplik bükenler, kumaş, bez, çarşaf, örtü dokuyanlar, çamaşır, elbise dikenler, nakış yapanlar, milli nakışların örneğini alanlar, deri pişirenler, pulluk ve traktörle tarla sürenler, nadas yapanlar, tohum ekenler, orakla, elle, biçer döverle veya orak makinesiyle ekin biçenler, çeşitli aletlerle harman yapanlar , mahsulü ambarlara taşıyanlar, yüzlerce hayvanın kışlığını hazırlayanlar, köprü kuranlar, yol yapanlar, kanal açanlar, fizik-kimya-biyoloji,çocuk v iş psikolojisi, ekonomi, kooperatifçilik okuyanlar, ders okutanlar, köy etütleri yazanlar, motor, türbin, değirmen çalıştıranlar, hasta arkadaşlarına bakanlar , kütüphane açanlar, memleket mesele ve davalarını konuşanlar, radyo dinleyenler, dünya olaylarına dair fikir söyleyenle, kuru toprakların derinliklerinde su arayanlar, kısa söylemek gerekirse bir gaye, bir fikir ve bir duygu içinde toplanmış yüzlerce neşeli, kararlı, azimli, ve aydın de,.Köy Enstitüleri, Cumhuriyet tarihimizin unutulmaz eğitim kurumları olarak beyinlerdeki yerini koruyacaktır. Her geçen gün genişleyen Köy Enstitüleri çemberinden rahatsız olanlar bulunacaktır. Köy Enstitüleri’nin kuruluşundan kapanışlarına dek çeşitli kademelerde görev alan tüm çalışanlara şükran borçlu olduğumuzu belirtirken, ebediyete intikal edenlere Tanrıdan rahmet dilerken, yaşamlarını sürdüren bozkırın nasırlı ellerin sahibi köy çocuklarına sevgi ve saygılarımı sunarım. |
1042 kez okundu |
Yorumlar |
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |